Şeyhü’l-Ekber -kuddise sırruh- Hazretleri’nin,
Hâtemü’l-Evliyâ Olan Zât’la Buluşması:
Şeyhü’l-ekber Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri "Ankâ-i Muğrib fî Ma’rifeti Hatmü’l-evliyâ" isimli eserinde, Hâtemü’l-evliyâ olan zâtla bir defâsında, imamlık tahtında oturduğu bir sırada buluştuğunu ve konuştuğunu ifşâ etmiş; önünde açılmış bir bayrak bulunan ve "Hatemiyyet"i nûr üstüne nûr olan bu zâtın, bu görüşme esnâsında kendisine büyük bir sevgi ve alâka gösterdiğini beyan buyurmuştur:
"Ben, sona erdirme ve sıdk imamlığına oturmuş bir şekilde, ‘Hatm-i evliyâullâh’la; yâni ‘Allah velîlerinin Hatm’i’ ile buluşup görüştüm. O’nun hudutlanmış olan sırrı benden kaldırıldı. Ben onun elini kabul etmekle emrolundum. O’nun Sıddîk’a ve sıdkı ile Sâdık olandan daha aşağıda bulunan Fâruk’a karşı çok mütevâzî olduğunu gördüm. O’nun kulak tarafının hizâsında durdum; kulağıma ilkâ ettiği şeye işitip mülâkî oldum. Önünde neşredilip açılmış bir bayrak vardı.
Onun ‘Hâtem’i;
‘Nûr üstüne nûr’du. (Nûr: 35)
Onu tanıyıp îtibar gösteren kimseye, ondakinin benzeri gibi bir elbise giydiriliyordu. Nitekim Beyt’in güneşi de ondan hissesini almak için, benimkine benzer bir şekilde onun elini kabul etti; Hatm ise, ‘Bu benim ehlimdendir!’ dedi. Sonra bana bir söz sızdırdı ve ilettikleri ve söyledikleriyle bizi faydalandırdı. Devamla da, bahsi sürdürebilmek için imamlık tahtına doğru yürütmeye başladı. O bana neşeyle, atıf üstüne atıfta bulunuyordu. Fevkalâde bir sevgiyle üzerime düşüp, bana büyük bir sevgi gösterdi ve şöyle dedi:
‘Ben gizli bir örtüyle geleceğim. Hiç şüphe yok ki Hatm benim! Benden sonra velî de yoktur, benim ahdimi taşıyabilecek kimse de yoktur. Benim yok olup gitmemle, süregelen zaman da yok olur; baştakilerle sondakiler birbirine kavuşur!’" ("Ankâ-i Muğrib fî Ma’rifeti Hatmü’l-evliyâ"; s.16, Bas.: Mısır, 1954)
Hâtemü’l-Evliyâ Olan Zât’la Buluşması:
Şeyhü’l-ekber Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri "Ankâ-i Muğrib fî Ma’rifeti Hatmü’l-evliyâ" isimli eserinde, Hâtemü’l-evliyâ olan zâtla bir defâsında, imamlık tahtında oturduğu bir sırada buluştuğunu ve konuştuğunu ifşâ etmiş; önünde açılmış bir bayrak bulunan ve "Hatemiyyet"i nûr üstüne nûr olan bu zâtın, bu görüşme esnâsında kendisine büyük bir sevgi ve alâka gösterdiğini beyan buyurmuştur:
"Ben, sona erdirme ve sıdk imamlığına oturmuş bir şekilde, ‘Hatm-i evliyâullâh’la; yâni ‘Allah velîlerinin Hatm’i’ ile buluşup görüştüm. O’nun hudutlanmış olan sırrı benden kaldırıldı. Ben onun elini kabul etmekle emrolundum. O’nun Sıddîk’a ve sıdkı ile Sâdık olandan daha aşağıda bulunan Fâruk’a karşı çok mütevâzî olduğunu gördüm. O’nun kulak tarafının hizâsında durdum; kulağıma ilkâ ettiği şeye işitip mülâkî oldum. Önünde neşredilip açılmış bir bayrak vardı.
Onun ‘Hâtem’i;
‘Nûr üstüne nûr’du. (Nûr: 35)
Onu tanıyıp îtibar gösteren kimseye, ondakinin benzeri gibi bir elbise giydiriliyordu. Nitekim Beyt’in güneşi de ondan hissesini almak için, benimkine benzer bir şekilde onun elini kabul etti; Hatm ise, ‘Bu benim ehlimdendir!’ dedi. Sonra bana bir söz sızdırdı ve ilettikleri ve söyledikleriyle bizi faydalandırdı. Devamla da, bahsi sürdürebilmek için imamlık tahtına doğru yürütmeye başladı. O bana neşeyle, atıf üstüne atıfta bulunuyordu. Fevkalâde bir sevgiyle üzerime düşüp, bana büyük bir sevgi gösterdi ve şöyle dedi:
‘Ben gizli bir örtüyle geleceğim. Hiç şüphe yok ki Hatm benim! Benden sonra velî de yoktur, benim ahdimi taşıyabilecek kimse de yoktur. Benim yok olup gitmemle, süregelen zaman da yok olur; baştakilerle sondakiler birbirine kavuşur!’" ("Ankâ-i Muğrib fî Ma’rifeti Hatmü’l-evliyâ"; s.16, Bas.: Mısır, 1954)