Hâtemü'r-Rusül ve Hâtemü'l-Evliyâ'nın
"Hatemiyyet"inin Mâhiyeti:
Karabaş Velî -kuddise sırruh- Hazretleri "Kâşifü'l-Esrâri'l-Fusûs"un bir başka noktasında; Allah-u Teâlâ'nın Zât'ına ve sıfatlarının tümüne has olan küllî İlâhî tecellînin, Hâtemü'l-evliyâ'ya ihsan buyurulan "Hatemiyyet" mertebesinde gerçekleştiğine işâret etmiş; Hâtemü'r-rusül'ün dahî bu ilmi, kendi bâtını ve "Ehadiyyet"in kaynağı olan Hâtemü'l-velâye mertebesinden elde ettiğini haber vermiştir:
"Hatm'in hangi yönüyle bir 'Hatm' olduğu bilinmektedir, Hâtemü'r-rüsul'den sonra herhangi bir nebî ve resul gelmeyeceği de ma'lûmdur. O, şer'î nübüvvetin ve risâletin kendisiyle hatme erdiği Hâtem'dir. Hâtemü'l-velâye ise bu mânâda değil; bilâkis 'Allah' ismiyle ve Allah'ın Zât'ının gerektirdiklerinden mâ-'adâ, Allah'ın kendisiyle vasfedildiği şeylerin tümüyle de vasıflanmakla bir Hâtem olup, velâyeti bununla hatmetmektir.
Halk arasında 'Gümüş tuğla' ve 'Altın tuğla' sözüyle bilinen bu (mertebe)nin fevkinde bir mertebe yoktur. Gümüş kalp nûru, altın ise rûh nûrudur. Şeriatın kaynağı kalp, velâyetin kaynağı ise rûhtur. Rûh, kalp ile kemâlini bulur. Çünkü o rûhun eşi gibidir; rûh, sırrını ancak eşiyle açığa vurabilir.
Şeyh'in sözünün ezelden ebede kadar ulaşan zâhiri ise, nübüvvet ve velâyet hakkındaki Hâtem'lerin kendileriyle kemâle erdiği şahıslardır. Zîrâ Hâtemü'r-rüsul Hâtemü'l-velâye'den tahsil ettiği için, müşâhade ilmini bilenler yalnız onların ikisidir. O (Hâtemü'r-rüsul) ilmini Ehadiyyet'in kaynağından alırken, Hâtemü'l-velâye de şerî'at husûsunda Hâtemü'r-rüsul'e tâbîdir.
Nitekim Hızır Mûsâ Aleyhisselâm'a:
'Ben sana risâletinin zevkiyle ilgili olarak öğretilen ilmi bilmem, sen de O'nun bana öğrettiği ilmi bilmezsin!' buyurmuştu. (Buhârî, Tecrîd-i Sarîh: 102)
Tıpkı bizim, müşâhade ile ilgili mânevî zevkimiz gibi… Çünkü o İlâhî müşâhadeye mânîdir.
Allah'ın onu muttalî' kıldığı şeye gelince; Zât denizi sıfatların zuhûru için dalgalandığı vakit, hakîkat noktasını Ceberût âlemine fırlatıp Muhammed Aleyhisselâm'ın sûretiyle sûretlendirir. Belki o bir tâyin hil'atı değil, Muhammed'in de rûhudur. İşte o, sıfatları birarada toplayan 'Zât' ismi ile isimlendirilir. Ona verilen iki dâvetten biri, 'Şerî'at'tan ibâret olan sûrî dâvet; diğeri ise 'Velâyet'ten ibâret olan mânevî dâvettir.
'Enâ ebû'l-ervâhi ve ümmü'l-eşyâ'': 'Ben ruhların babası, eşyânın anasıyım!'
Buyurduğu için; onun zâhiri Hâtemü'r-rüsul, bâtını ise Hâtemü'l-evliyâ'dır. Herhangi bir kimse şeriatı ancak ondan alır ve herhangi biri, velâyetle ilgili herhangi bir şeyi yine ancak ondan elde eder. Çünkü 'Velî', ezelî ve ebedî olan Zâtî sıfatlardan bir sıfattır.
Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, velîye âit olanı olmadan aldığı zaman, her ne kadar:
'Sen olmasaydın, felekleri yaratmazdım." (buyruğu) onun hakkında olsa da, kendisi için bir noksanlık ârız olması lâzım gelir. (Aclûnî, "Keşfü'l-Hafâ")
Şu hâlde ey kardeşim, benim (bu sözümle) -hâşâ ve kellâ- sakın Şeyh'e i'tirâz ettiğimi zannetme! O'nun her ikisinin makamlarından murâdının, 'Nübüvvet ve Şerî'at' makâmı ve Ehadiyyet'ten elde edilen "Velâyet' makâmı olduğunu düşün! Nübüvvet ehli olan kimse Vâhidiyyet'i alırken, 'Ehadiyyet makâmı'na kadar ulaşmış olan Velâyet'ten almaya muhtaçtır. Buna göre, netîce itibâriyle ikisinde de murâd edilen bu iki makam olur." ("Kâşifü'l-Esrâri'l-Fusûs", Hacı Mahmud Efendi, nr.: 2225, vr. 25b-26a)
| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |
Copyright ©2015 HAKİKAT. All Rights Reserved.
"Hatemiyyet"inin Mâhiyeti:
Karabaş Velî -kuddise sırruh- Hazretleri "Kâşifü'l-Esrâri'l-Fusûs"un bir başka noktasında; Allah-u Teâlâ'nın Zât'ına ve sıfatlarının tümüne has olan küllî İlâhî tecellînin, Hâtemü'l-evliyâ'ya ihsan buyurulan "Hatemiyyet" mertebesinde gerçekleştiğine işâret etmiş; Hâtemü'r-rusül'ün dahî bu ilmi, kendi bâtını ve "Ehadiyyet"in kaynağı olan Hâtemü'l-velâye mertebesinden elde ettiğini haber vermiştir:
"Hatm'in hangi yönüyle bir 'Hatm' olduğu bilinmektedir, Hâtemü'r-rüsul'den sonra herhangi bir nebî ve resul gelmeyeceği de ma'lûmdur. O, şer'î nübüvvetin ve risâletin kendisiyle hatme erdiği Hâtem'dir. Hâtemü'l-velâye ise bu mânâda değil; bilâkis 'Allah' ismiyle ve Allah'ın Zât'ının gerektirdiklerinden mâ-'adâ, Allah'ın kendisiyle vasfedildiği şeylerin tümüyle de vasıflanmakla bir Hâtem olup, velâyeti bununla hatmetmektir.
Halk arasında 'Gümüş tuğla' ve 'Altın tuğla' sözüyle bilinen bu (mertebe)nin fevkinde bir mertebe yoktur. Gümüş kalp nûru, altın ise rûh nûrudur. Şeriatın kaynağı kalp, velâyetin kaynağı ise rûhtur. Rûh, kalp ile kemâlini bulur. Çünkü o rûhun eşi gibidir; rûh, sırrını ancak eşiyle açığa vurabilir.
Şeyh'in sözünün ezelden ebede kadar ulaşan zâhiri ise, nübüvvet ve velâyet hakkındaki Hâtem'lerin kendileriyle kemâle erdiği şahıslardır. Zîrâ Hâtemü'r-rüsul Hâtemü'l-velâye'den tahsil ettiği için, müşâhade ilmini bilenler yalnız onların ikisidir. O (Hâtemü'r-rüsul) ilmini Ehadiyyet'in kaynağından alırken, Hâtemü'l-velâye de şerî'at husûsunda Hâtemü'r-rüsul'e tâbîdir.
Nitekim Hızır Mûsâ Aleyhisselâm'a:
'Ben sana risâletinin zevkiyle ilgili olarak öğretilen ilmi bilmem, sen de O'nun bana öğrettiği ilmi bilmezsin!' buyurmuştu. (Buhârî, Tecrîd-i Sarîh: 102)
Tıpkı bizim, müşâhade ile ilgili mânevî zevkimiz gibi… Çünkü o İlâhî müşâhadeye mânîdir.
Allah'ın onu muttalî' kıldığı şeye gelince; Zât denizi sıfatların zuhûru için dalgalandığı vakit, hakîkat noktasını Ceberût âlemine fırlatıp Muhammed Aleyhisselâm'ın sûretiyle sûretlendirir. Belki o bir tâyin hil'atı değil, Muhammed'in de rûhudur. İşte o, sıfatları birarada toplayan 'Zât' ismi ile isimlendirilir. Ona verilen iki dâvetten biri, 'Şerî'at'tan ibâret olan sûrî dâvet; diğeri ise 'Velâyet'ten ibâret olan mânevî dâvettir.
'Enâ ebû'l-ervâhi ve ümmü'l-eşyâ'': 'Ben ruhların babası, eşyânın anasıyım!'
Buyurduğu için; onun zâhiri Hâtemü'r-rüsul, bâtını ise Hâtemü'l-evliyâ'dır. Herhangi bir kimse şeriatı ancak ondan alır ve herhangi biri, velâyetle ilgili herhangi bir şeyi yine ancak ondan elde eder. Çünkü 'Velî', ezelî ve ebedî olan Zâtî sıfatlardan bir sıfattır.
Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, velîye âit olanı olmadan aldığı zaman, her ne kadar:
'Sen olmasaydın, felekleri yaratmazdım." (buyruğu) onun hakkında olsa da, kendisi için bir noksanlık ârız olması lâzım gelir. (Aclûnî, "Keşfü'l-Hafâ")
Şu hâlde ey kardeşim, benim (bu sözümle) -hâşâ ve kellâ- sakın Şeyh'e i'tirâz ettiğimi zannetme! O'nun her ikisinin makamlarından murâdının, 'Nübüvvet ve Şerî'at' makâmı ve Ehadiyyet'ten elde edilen "Velâyet' makâmı olduğunu düşün! Nübüvvet ehli olan kimse Vâhidiyyet'i alırken, 'Ehadiyyet makâmı'na kadar ulaşmış olan Velâyet'ten almaya muhtaçtır. Buna göre, netîce itibâriyle ikisinde de murâd edilen bu iki makam olur." ("Kâşifü'l-Esrâri'l-Fusûs", Hacı Mahmud Efendi, nr.: 2225, vr. 25b-26a)
| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |
Copyright ©2015 HAKİKAT. All Rights Reserved.