Zâhiri Temsil Eden "Hâtemü'r-Rusül" ile
Bâtını Temsil Eden "Hâtemü'l-Velâye"
Arasındaki "Tâbîlik-Metbû'luk" İlişkisinin Mâhiyeti:
Şeyh Mahmûd ed-Dâmûnî -kuddise sırruh- Hazretleri "Cevâhirü'l-Kıdem alâ Fusûsu'l-Hikem" adını taşıyan şerhinde; Hâtemü'r-rusül ile Hâtemü'l-evliyâ arasındaki tâbîlik-metbû'luk ilişkisinin mâhiyetini bildirmek ve bu tâbîlik ve metbû'luğun her iki Hâtem arasında nasıl bir takdim-tehire sebebiyet verdiğini beyan etmek üzere şöyle buyurmuşlardır:
"Şerîat'ın sâhibi, en yüksek makâmın da sâhibi olduğu için, resullerin, nebîlerin ve velîlerin Hâtemü'l-evliyâ'sı, teşrî'de (Şerîat hususunda) Hâtemü'r-rusül'e tâbîdir. Bununla birlikte bu, zikrolunan 'Hâtemü'l-velâye' makâmında ona noksanlık vermez. Bana göre onun makâmı, ona tâbîlikle değil, asâlet yoluyla bu yüksek ilim hâsıl kılındığı için, bir haberci olmak nevinden Hâtem olmayan kişiye nisbetle şöhret bulmuştur. O bir metbû (tâbî olunan kişi) olduğu zaman, zikrolunanın da Hâtemü'l-evliyâ olması nedeniyle bizim gittiğimiz yola aykırı bir durum teşkil etmez. Velâyet'i nihâyete erdiren Hâtem, farklı bir yönden, zikrolunan bu ilim husûsunda başkasından yüksek olduğu gibi; tâbi olan kimsenin daha aşağıda olması mânâsıyla da düşük olur. Nitekim bizim Şerîat'ımızın zâhirinde, Hâtemü'l-velâye'nin bir cihetten başkasından düşük, diğer bir cihetten ise başkasından yüksek olduğu yönündeki bizim bu görüşümüzü teyid eden birtakım şeyler zuhur etmiştir. Bu da, Ömer İbnü'l-Hattâb -radiyallahu anh-in Bedir esirlerinin hükmü hakkındaki fazileti (üstünlüğü) husûsunda vârid olan şeydir. Peygamber Aleyhisselâm ve Ebu Bekir onların öldürülmeleri yerine fidye ile İslâm'a yardıma iktidâ etmelerini tercih ettikleri zaman, Ömer -radiyallahu anh- onlar hakkında ya Müslüman olmalarını, ya da boyunlarının vurulmasını tavsiye etmişti; Ömer -radiyallahu anh-in görüşü muvafık düştü, Allah-u Teâlâ Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-ine vahyedip:
'Hiçbir peygambere yeryüzünde ağır basıp düşmanı yere sermeden esir almak yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, oysa Allah âhireti kazanmanızı ister.
Allah Azîz'dir, yegâne Hikmet sâhibidir.
Eğer daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldığınız fidyeden ötürü size mutlaka büyük bir azap dokunurdu.' (Enfâl: 67)
Buyurmak sûretiyle Ömer -radiyallahu anh-in seçtiği reyi tasdik etti.
Hattâ Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
'Eğer şu an azap inseydi, aramızda Ömer'den başkası kurtulamazdı.' (Buhârî)
Hurma ağaçlarının aşılanması hususunda meydana gelen şey de böyledir. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- faydasız gördüğü için onu terketmelerini söylemişti, olar da onu terkettiler. Ancak o yıl hurma olmadı. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-e bunun sebebi sorulduğunda:
'Siz dünyanızla ilgili işleri benden daha iyi bilirsiniz!' buyurdu. (Müslim, Fedâ'il: 130, 140)
İşte İnsân-ı kâmil için de, kemâl vasıflarından yana her şeyde, mertebelerden her mertebede ve hâllerden her hâlde başkasına karşı üstünlük ve öne geçiş lâzım gelmez. Bu yolun, her hâl üzere dâima kemâl vasıflarıyla vasıflandırılan erleri, ancak 'İlm-i billâh'; yâni 'Allah'ı bilme' hususunda başkalarından öne geçmeye bakarlar. Bir de şu var ki, onların Allah'ı bilme rütbesindeki hâlleri de diğerlerinden daha başkadır. Onlar fazîletleri ve üstünlükleri hazinelerinden talep ederler; onların katlarında muteber tuttukları kemâl de bu hâllerden başkası değildir." ("Kitâbu Cevâhirü'l-Kıdem alâ Fusûsu'l-Hikem", Süleymâniye Ktp. Reşîd Efendi, nr.: 407, vr. 67b-68a)
| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |
Copyright ©2015 HAKİKAT. All Rights Reserved.
Bâtını Temsil Eden "Hâtemü'l-Velâye"
Arasındaki "Tâbîlik-Metbû'luk" İlişkisinin Mâhiyeti:
Şeyh Mahmûd ed-Dâmûnî -kuddise sırruh- Hazretleri "Cevâhirü'l-Kıdem alâ Fusûsu'l-Hikem" adını taşıyan şerhinde; Hâtemü'r-rusül ile Hâtemü'l-evliyâ arasındaki tâbîlik-metbû'luk ilişkisinin mâhiyetini bildirmek ve bu tâbîlik ve metbû'luğun her iki Hâtem arasında nasıl bir takdim-tehire sebebiyet verdiğini beyan etmek üzere şöyle buyurmuşlardır:
"Şerîat'ın sâhibi, en yüksek makâmın da sâhibi olduğu için, resullerin, nebîlerin ve velîlerin Hâtemü'l-evliyâ'sı, teşrî'de (Şerîat hususunda) Hâtemü'r-rusül'e tâbîdir. Bununla birlikte bu, zikrolunan 'Hâtemü'l-velâye' makâmında ona noksanlık vermez. Bana göre onun makâmı, ona tâbîlikle değil, asâlet yoluyla bu yüksek ilim hâsıl kılındığı için, bir haberci olmak nevinden Hâtem olmayan kişiye nisbetle şöhret bulmuştur. O bir metbû (tâbî olunan kişi) olduğu zaman, zikrolunanın da Hâtemü'l-evliyâ olması nedeniyle bizim gittiğimiz yola aykırı bir durum teşkil etmez. Velâyet'i nihâyete erdiren Hâtem, farklı bir yönden, zikrolunan bu ilim husûsunda başkasından yüksek olduğu gibi; tâbi olan kimsenin daha aşağıda olması mânâsıyla da düşük olur. Nitekim bizim Şerîat'ımızın zâhirinde, Hâtemü'l-velâye'nin bir cihetten başkasından düşük, diğer bir cihetten ise başkasından yüksek olduğu yönündeki bizim bu görüşümüzü teyid eden birtakım şeyler zuhur etmiştir. Bu da, Ömer İbnü'l-Hattâb -radiyallahu anh-in Bedir esirlerinin hükmü hakkındaki fazileti (üstünlüğü) husûsunda vârid olan şeydir. Peygamber Aleyhisselâm ve Ebu Bekir onların öldürülmeleri yerine fidye ile İslâm'a yardıma iktidâ etmelerini tercih ettikleri zaman, Ömer -radiyallahu anh- onlar hakkında ya Müslüman olmalarını, ya da boyunlarının vurulmasını tavsiye etmişti; Ömer -radiyallahu anh-in görüşü muvafık düştü, Allah-u Teâlâ Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-ine vahyedip:
'Hiçbir peygambere yeryüzünde ağır basıp düşmanı yere sermeden esir almak yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, oysa Allah âhireti kazanmanızı ister.
Allah Azîz'dir, yegâne Hikmet sâhibidir.
Eğer daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldığınız fidyeden ötürü size mutlaka büyük bir azap dokunurdu.' (Enfâl: 67)
Buyurmak sûretiyle Ömer -radiyallahu anh-in seçtiği reyi tasdik etti.
Hattâ Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
'Eğer şu an azap inseydi, aramızda Ömer'den başkası kurtulamazdı.' (Buhârî)
Hurma ağaçlarının aşılanması hususunda meydana gelen şey de böyledir. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- faydasız gördüğü için onu terketmelerini söylemişti, olar da onu terkettiler. Ancak o yıl hurma olmadı. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-e bunun sebebi sorulduğunda:
'Siz dünyanızla ilgili işleri benden daha iyi bilirsiniz!' buyurdu. (Müslim, Fedâ'il: 130, 140)
İşte İnsân-ı kâmil için de, kemâl vasıflarından yana her şeyde, mertebelerden her mertebede ve hâllerden her hâlde başkasına karşı üstünlük ve öne geçiş lâzım gelmez. Bu yolun, her hâl üzere dâima kemâl vasıflarıyla vasıflandırılan erleri, ancak 'İlm-i billâh'; yâni 'Allah'ı bilme' hususunda başkalarından öne geçmeye bakarlar. Bir de şu var ki, onların Allah'ı bilme rütbesindeki hâlleri de diğerlerinden daha başkadır. Onlar fazîletleri ve üstünlükleri hazinelerinden talep ederler; onların katlarında muteber tuttukları kemâl de bu hâllerden başkası değildir." ("Kitâbu Cevâhirü'l-Kıdem alâ Fusûsu'l-Hikem", Süleymâniye Ktp. Reşîd Efendi, nr.: 407, vr. 67b-68a)
| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |
Copyright ©2015 HAKİKAT. All Rights Reserved.