Makâdir Vaktinde Yaratılan Velî:
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtemü’l-evliyâ’nın hakikatini, onun makâdir vaktinde açığa çıkartılan velâyetini ve Resulullah Aleyhisselâm’la birlikte ilk açığa çıkarılan şey olduğunu, “Şifâu’l-Alîl” kitabında bin küsür sene önce şu sözleriyle ilân etmişti:
“Hiç şüphe yok ki “Lâ ilâhe illâllah” kelimesi, halk için kalben kendisine itikadı, sözle kendisini itirâfı ve fiilen kendisine bağlılığı gerektirir.”
“Dereceler ehli için, ilâhî akidle hâsıl olan bir kalp ziyâdeliği, dilin onunla (tevhid kelimesi ile) tenvir oluşu, Allah’ın katında hatır ve değer büyüklüğü, rızâ ve ihlâsla O’na bağlı bulunma ve mîzanda bir ağırlık bulunduğu gibi; bunun da ötesinde kalplerle Allah’a ulaşma önceliği vardır. İşte ubûdiyet budur, halk da bunun için yaratılmıştır.”
“Hiç şüphe yok ki onun hakkındaki ortaklık da farklıdır. Bunu üzerinde toplayabilmek, işte ancak şu âdeme has kılınmıştır:
Bu, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- e kadar erişebilen, ondan daha başka bir kimsedir ki; o Allah Sübhânehû ve Teâlâ’yı halkla ilgili tabakalara yükselerek bilir, ancak yaratılışı onlardan daha öncedir.
O, yaratıp meydana getirmesi ile ilgili olan ilâhî terbiyesine her tabakayı yöneltmiş;
‘Sizi daha topraktan yarattığı zaman ve henüz ceninler hâlinde iken de en iyi bilen O’dur.’ (Necm: 32)
Buyurarak; gerek yaratılışlarının, gerek “Ahsen-i Takvîm” bir şekilde düzenlenişlerinin, gerek ilâhî hâllerin sarfını bilmeleri ile arınan idrakleri çerçevesinde, tabiî olan terkiblerinin; gerekse göklerin ve yerin yaratıcılığını O’ndan uzaklaştırmanın mümkün olmayışının, onun içindeki muhteşem şeylerin güzelliğinin ve sevap ve ikab dâvâlarının yaratılışının hükümleri hakkında zâhirde kendilerine bir delil ittihaz etmiştir.
O’nu ise seçilmeyi yerine getirdiği gün velîler üzerinde bambaşka kılmış; ululuğunu izhar edip onu diğerlerinden üstün yapmıştır. O da O’nun adâletini düzeltip dengeler; O’nun üstünlüğünü, lütfunu ve keremini açığa çıkarır ve bu halka yeryüzünde O’nun tecdîdini neşreder.
İşte onlar O’nun kabzasında (himâyesi içinde) hareket ederler; O’nun ismiyle ürpererek, O’nun nimeti hakkında bir sâhiplik elde eder ve O’nun mülkünü ellerinde tutarlar. Yakînden bol hisseleri bulunur.
Diğer yaratılanların ona iştirâki daha farklıdır; onlar ancak onu kendilerine sirâyet ettirmiş olurlar. O’na has kılınan ise ayrıdır. Onlar sadece O’nun velîleri olmuşlardır; o ise O’nu bilme husûsunda geçmişe havâle edilerek, Allah tarafından onlardan daha öne geçirilmiştir. O, onun velâyet’ini kendi Makâdir’inde, yâni takdir vaktinde açığa çıkarmış; Tedbîr’i hakkında da kendisini, yine onunla ilgili bir sırra göre arındırmıştır. Onların sığınağını cennet kılmış; onu ise nimetiyle doldurup, her dereceyi onunla ortaya çıkarmıştır.
Dikkat edilirse her iki derece arasında da farklılık vardır. Şu hâlde ona aynı zamanda, ilâhî bir müjde neden tahsis edilmiş olmasın?
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- den rivâyet edildiğine göre şöyle buyurmuştur:
‘’Cennetler yüz derecedir. Onun en yükseği semâdan Arş’a kadar uzanır. En yakını ise Firdevs’tir ki, o cennetin kavşağıdır.’” (Kitâbu Şifâu ve’l-Alîl; Veliyyüddin, no.: 770, 1b-2a yaprağı)
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtemü’l-evliyâ’nın hakikatini, onun makâdir vaktinde açığa çıkartılan velâyetini ve Resulullah Aleyhisselâm’la birlikte ilk açığa çıkarılan şey olduğunu, “Şifâu’l-Alîl” kitabında bin küsür sene önce şu sözleriyle ilân etmişti:
“Hiç şüphe yok ki “Lâ ilâhe illâllah” kelimesi, halk için kalben kendisine itikadı, sözle kendisini itirâfı ve fiilen kendisine bağlılığı gerektirir.”
“Dereceler ehli için, ilâhî akidle hâsıl olan bir kalp ziyâdeliği, dilin onunla (tevhid kelimesi ile) tenvir oluşu, Allah’ın katında hatır ve değer büyüklüğü, rızâ ve ihlâsla O’na bağlı bulunma ve mîzanda bir ağırlık bulunduğu gibi; bunun da ötesinde kalplerle Allah’a ulaşma önceliği vardır. İşte ubûdiyet budur, halk da bunun için yaratılmıştır.”
“Hiç şüphe yok ki onun hakkındaki ortaklık da farklıdır. Bunu üzerinde toplayabilmek, işte ancak şu âdeme has kılınmıştır:
Bu, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- e kadar erişebilen, ondan daha başka bir kimsedir ki; o Allah Sübhânehû ve Teâlâ’yı halkla ilgili tabakalara yükselerek bilir, ancak yaratılışı onlardan daha öncedir.
O, yaratıp meydana getirmesi ile ilgili olan ilâhî terbiyesine her tabakayı yöneltmiş;
‘Sizi daha topraktan yarattığı zaman ve henüz ceninler hâlinde iken de en iyi bilen O’dur.’ (Necm: 32)
Buyurarak; gerek yaratılışlarının, gerek “Ahsen-i Takvîm” bir şekilde düzenlenişlerinin, gerek ilâhî hâllerin sarfını bilmeleri ile arınan idrakleri çerçevesinde, tabiî olan terkiblerinin; gerekse göklerin ve yerin yaratıcılığını O’ndan uzaklaştırmanın mümkün olmayışının, onun içindeki muhteşem şeylerin güzelliğinin ve sevap ve ikab dâvâlarının yaratılışının hükümleri hakkında zâhirde kendilerine bir delil ittihaz etmiştir.
O’nu ise seçilmeyi yerine getirdiği gün velîler üzerinde bambaşka kılmış; ululuğunu izhar edip onu diğerlerinden üstün yapmıştır. O da O’nun adâletini düzeltip dengeler; O’nun üstünlüğünü, lütfunu ve keremini açığa çıkarır ve bu halka yeryüzünde O’nun tecdîdini neşreder.
İşte onlar O’nun kabzasında (himâyesi içinde) hareket ederler; O’nun ismiyle ürpererek, O’nun nimeti hakkında bir sâhiplik elde eder ve O’nun mülkünü ellerinde tutarlar. Yakînden bol hisseleri bulunur.
Diğer yaratılanların ona iştirâki daha farklıdır; onlar ancak onu kendilerine sirâyet ettirmiş olurlar. O’na has kılınan ise ayrıdır. Onlar sadece O’nun velîleri olmuşlardır; o ise O’nu bilme husûsunda geçmişe havâle edilerek, Allah tarafından onlardan daha öne geçirilmiştir. O, onun velâyet’ini kendi Makâdir’inde, yâni takdir vaktinde açığa çıkarmış; Tedbîr’i hakkında da kendisini, yine onunla ilgili bir sırra göre arındırmıştır. Onların sığınağını cennet kılmış; onu ise nimetiyle doldurup, her dereceyi onunla ortaya çıkarmıştır.
Dikkat edilirse her iki derece arasında da farklılık vardır. Şu hâlde ona aynı zamanda, ilâhî bir müjde neden tahsis edilmiş olmasın?
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- den rivâyet edildiğine göre şöyle buyurmuştur:
‘’Cennetler yüz derecedir. Onun en yükseği semâdan Arş’a kadar uzanır. En yakını ise Firdevs’tir ki, o cennetin kavşağıdır.’” (Kitâbu Şifâu ve’l-Alîl; Veliyyüddin, no.: 770, 1b-2a yaprağı)