Hâtemü’l-Evliyâ, “Veliyyü’l-Hamîd” Olan Allah’ın
Velâyetteki “Vekîl”idir!
Hüseyin bin Abdullah el-Abbâsî -kuddise sırruh- Hazretleri “el-Husûs bi-Edâti’n-Nusûs fî Şerhi’l-Fusûs” adlı eserinde, risâlet, nübüvvet ve velâyet arasındaki farka işâret ederek; kitap ile gönderilen peygamberlerin “Hâdî” olan Allah’ın hidâyetine dâvetle vazîfelendirildiklerini, Hâtemü’l-evliyâ’nın ise “Veliyyü’l-Hamîd” olan Allah’ın velâyetine “Vekâlet”e tâyin edildiğini açık bir dille haber vermiştir:
“Risâlet ve nübüvvet, daha doğrusu Şerî’at’la ilgili olan peygamberlik ve onunla ilgili olan resullük sona ermiştir; Allah kendisini ne ‘Nebî’, ne de ‘Resul’ diye isimlendirmemiştir. Kendisini ‘Velîyyü’l-Hamîd’ diye isimlendirmiş olan Allah-u Teâlâ, velâyetin ise ebediyyen sonunu getirmez. Şerî’at nübüvvetiyle kastedilen nübüvvet ve risâletin, O’nun ancak emri ve nehyiyle alâkalı bir velâyet olduğunda şüphe yoktur. Resuller ancak bu yönleriyle evliyâ olduklarından, zikrettiğimiz şeyi ancak Hâtemü’l-evliyâ’nın kandilinden görebilirler. Nitekim ‘Velî’nin, Allah’ın bir ismi olduğu sâbittir. ‘Resûl’, emir ve nehiyle ilgili şeyin kendisiyle kâim kılındığı kimsedir, o ise Velîyyü’l-Hamîd olan Allah’ın Vekîl’idir. İşte bu, ‘Hâtemü’l-evliyâ’ kelâmı hakkındaki mânâlardan bir mânâdır.
Şu kadar var ki, kavrayışı düşük ve zayıf olanlar hakkındaki sonraki mânâ ise odur ki; peygamberlik zevki, velîlik zevkiyle bir değildir. Peygamberlik ilmi, kayıtlı bir isimle indirilen ilâhî emrin getirildiği şeydir. Bunun içindir ki gönderilen peygamber, kavmini ‘Hâdî’, yâni ‘Hidâyete Erdirici’ olan Allah’a dâvet eder. İ’tikâdlar hakkında varlığı kayıtlayan, sonra onlara O’na itâati emreden ve onları O’na karşı ma’sıyetten nehyeden ancak odur. İşte bu, resullerden olan peygamberlerin bir zevkidir. Velâyet ilmine gelince; İlâhî isimlere mukâbele eden ve a’yân-ı sâbiteden ibâret olan mâlûm zerrelerin iktizâsı hakkındaki ilmin tâbî olduğu, İlâhî irâdeden inen şeydir. Zîrâ her İlâhî ismin eserinin zuhûru ve işinin imtisâli murâd edilmiştir. Onun hakkındaki hükmün zuhûruna, herhangi bir kimsenin mazhar kılınması da uzak görülmemelidir. Şâyet iş, onun aynında (özünde) böyle olmazsa, bundan dolayı İlâhî isimlerin ta’tîle uğramış olması lâzım gelir. Oysa ki Allah bundan uludur, âlîdir ve yücedir.
Kayıtlı iş, O’na dâvet eden kimse için Allah’ın ‘Hâdî’ ismiyle meydana geldiğinde, kişinin a’yân-ı sâbitesinde tuzağa düşürücü ‘Mudill’ ismi dışında sûretâ bir görüntü, bir perde meydana getirir ve ona öylcee akseder. İşte bu öyle bir ilimdir ki, resuller onu gönderilmiş peygamberler olmaları nedeniyle göremezler, ancak velîlerden olmaları sebebiyle görürler. Şu hâlde onlardan daha düşük olan velîler, nasıl olur da bunu (Hâtemü’l-evliyâ’nın kandilinden) görmezler? Onların tâbîlikleri, öz tâbî olunurluk derecesine kavuşturmayan, onun yolunun şerîatına kişinin tâbî olması yönünden bir tâbîliktir.” (“el-Husûs bi-Edâti’n-Nusûs fî Şerhi’l-Fusûs”, İ.Ü. Ktp., AY, nr.: 4480, vr. 53b-54b)
| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |
Copyright ©2015 HAKİKAT. All Rights Reserved.
Velâyetteki “Vekîl”idir!
Hüseyin bin Abdullah el-Abbâsî -kuddise sırruh- Hazretleri “el-Husûs bi-Edâti’n-Nusûs fî Şerhi’l-Fusûs” adlı eserinde, risâlet, nübüvvet ve velâyet arasındaki farka işâret ederek; kitap ile gönderilen peygamberlerin “Hâdî” olan Allah’ın hidâyetine dâvetle vazîfelendirildiklerini, Hâtemü’l-evliyâ’nın ise “Veliyyü’l-Hamîd” olan Allah’ın velâyetine “Vekâlet”e tâyin edildiğini açık bir dille haber vermiştir:
“Risâlet ve nübüvvet, daha doğrusu Şerî’at’la ilgili olan peygamberlik ve onunla ilgili olan resullük sona ermiştir; Allah kendisini ne ‘Nebî’, ne de ‘Resul’ diye isimlendirmemiştir. Kendisini ‘Velîyyü’l-Hamîd’ diye isimlendirmiş olan Allah-u Teâlâ, velâyetin ise ebediyyen sonunu getirmez. Şerî’at nübüvvetiyle kastedilen nübüvvet ve risâletin, O’nun ancak emri ve nehyiyle alâkalı bir velâyet olduğunda şüphe yoktur. Resuller ancak bu yönleriyle evliyâ olduklarından, zikrettiğimiz şeyi ancak Hâtemü’l-evliyâ’nın kandilinden görebilirler. Nitekim ‘Velî’nin, Allah’ın bir ismi olduğu sâbittir. ‘Resûl’, emir ve nehiyle ilgili şeyin kendisiyle kâim kılındığı kimsedir, o ise Velîyyü’l-Hamîd olan Allah’ın Vekîl’idir. İşte bu, ‘Hâtemü’l-evliyâ’ kelâmı hakkındaki mânâlardan bir mânâdır.
Şu kadar var ki, kavrayışı düşük ve zayıf olanlar hakkındaki sonraki mânâ ise odur ki; peygamberlik zevki, velîlik zevkiyle bir değildir. Peygamberlik ilmi, kayıtlı bir isimle indirilen ilâhî emrin getirildiği şeydir. Bunun içindir ki gönderilen peygamber, kavmini ‘Hâdî’, yâni ‘Hidâyete Erdirici’ olan Allah’a dâvet eder. İ’tikâdlar hakkında varlığı kayıtlayan, sonra onlara O’na itâati emreden ve onları O’na karşı ma’sıyetten nehyeden ancak odur. İşte bu, resullerden olan peygamberlerin bir zevkidir. Velâyet ilmine gelince; İlâhî isimlere mukâbele eden ve a’yân-ı sâbiteden ibâret olan mâlûm zerrelerin iktizâsı hakkındaki ilmin tâbî olduğu, İlâhî irâdeden inen şeydir. Zîrâ her İlâhî ismin eserinin zuhûru ve işinin imtisâli murâd edilmiştir. Onun hakkındaki hükmün zuhûruna, herhangi bir kimsenin mazhar kılınması da uzak görülmemelidir. Şâyet iş, onun aynında (özünde) böyle olmazsa, bundan dolayı İlâhî isimlerin ta’tîle uğramış olması lâzım gelir. Oysa ki Allah bundan uludur, âlîdir ve yücedir.
Kayıtlı iş, O’na dâvet eden kimse için Allah’ın ‘Hâdî’ ismiyle meydana geldiğinde, kişinin a’yân-ı sâbitesinde tuzağa düşürücü ‘Mudill’ ismi dışında sûretâ bir görüntü, bir perde meydana getirir ve ona öylcee akseder. İşte bu öyle bir ilimdir ki, resuller onu gönderilmiş peygamberler olmaları nedeniyle göremezler, ancak velîlerden olmaları sebebiyle görürler. Şu hâlde onlardan daha düşük olan velîler, nasıl olur da bunu (Hâtemü’l-evliyâ’nın kandilinden) görmezler? Onların tâbîlikleri, öz tâbî olunurluk derecesine kavuşturmayan, onun yolunun şerîatına kişinin tâbî olması yönünden bir tâbîliktir.” (“el-Husûs bi-Edâti’n-Nusûs fî Şerhi’l-Fusûs”, İ.Ü. Ktp., AY, nr.: 4480, vr. 53b-54b)
| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |
Copyright ©2015 HAKİKAT. All Rights Reserved.