Muhammedî Velâyet’i Elinde Bulunduran Tâife:
Sadreddin Konevî -kuddise sırruh- Hazretleri “Tebsıretü’l-Mübtedî” ve “Tezkîretü’l-Müntehî” isimli eserinde; velîler arasında Hatemü’l-enbiyâ Aleyhisselâm’ın has velâyetine vâris kılınıp, onun “Kardeşlerim!” hitâbına mazhar olan, peygamberlerle neredeyse aynı seviyede bulunan ve irşad için gönderilerek, ilâhî hücceti ayakta tutmakla vazifeli kılınan bir tâife bulunduğuna dikkati çekerek, Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın ve “Bayraklılar ashâbı”nın ulvî vasıflarından sözetmiştir:
“Ümmet-i Muhammed velîlerinin kâmillerinden olan, kendilerine ‘Enbiyâ-yı evliyâ’ (Peygamberler gibi olan velîler) denilen ulu bir tâifenin, Muhammedî kuşatıcılığa mahsus olan zevklerden nasîbi vardır. İşte Mustafâ -sallallahu aleyhi ve sellem-in gerçek halifeleri, vârisleri ve kardeşleri de onlardır.
Bu tâife hakkındaki husûsî işâret;
‘Benden sonraki ihvânımla karşılaşmayı özlüyorum!’ buyruğudur.
Onlarla ilgili olarak şöyle buyurulmuştur:
‘Yarattıklarımızdan öyle bir topluluk da vardır ki, onlar Hakk’a iletirler ve Hakk ile hüküm verirler.’ (A’râf: 181)
Onlar o kimselerdir ki; yükseldikleri zaman da istifâde edilirler, indirildikleri zaman da fayda verirler.
Zira geriye döndürülen velîler kâinât ve hâdiselerle ilgili zulümâtı giderirler, zaman ve mekânı onlar hakkında ta’y ederler ve onları onlardan alırlar:
‘Biz hakkı bâtılın tepesine şiddetle atarız da, onun beynini parçalar. Bir de görürsün ki bâtıl yok olup gitmiştir.’ (Enbiyâ: 18)
Bu ulu tâifeye vekâlet hil’atını giydirirler ve böylece hilâfet kürsüsüne oturturlar. Onların hükmü memleketi tutmuş olur.
‘Onları emrimizle hidâyete çağıran rehberler kıldık.’ (Enbiyâ: 21)
‘De ki: Benim yolum budur. Ben Allah’a dâvet ediyorum. Ben ve bana tâbi olanlar basîret üzerindeyiz.’ (Yusuf: 108)
‘İnsanları Allah’a dâvet eden, kendisi de sâlih amel işleyen ve ‘Doğrusu ben müslümanlardanım!’ diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?’ (Fussilet: 33)
Emîrü’l-mü’minîn Ali -radiyallahu anh- uzun bir makâle-i haydarânelerinde onların makâmından haber vererek şöyle buyururlar:
‘Yeryüzü Allah’ın hüccetini kâim kılandan hâlî kalmaz. O ya açıktır ya da gizlidir. Böylece Allah’ın delil ve âyet’leri iptal olmaz. Nice az kimseler değer bakımından daha büyüktür. Onların kendileri görülmez, fakat misâlleri kalplerdedir.’
Şer’î nübüvvetin bir başka şeklini onlara âyân ve der-meyân ederler. Zirâ o kapı kapanmıştır.
‘Muhammed içinizden herhangi bir adamın babası değil, o ancak Allah’ın resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur.’ (Ahzâb: 40)
Onun hâricinde, bütün ilâhî zevklerden ve peygamberlerin keşiflerden nasibdâr olurlar.” (Tebsıretü’l-Mübtedî ve Tezkîretü’l-Müntehî; s. 84-87)
Sadreddin Konevî -kuddise sırruh- Hazretleri “Tebsıretü’l-Mübtedî” ve “Tezkîretü’l-Müntehî” isimli eserinde; velîler arasında Hatemü’l-enbiyâ Aleyhisselâm’ın has velâyetine vâris kılınıp, onun “Kardeşlerim!” hitâbına mazhar olan, peygamberlerle neredeyse aynı seviyede bulunan ve irşad için gönderilerek, ilâhî hücceti ayakta tutmakla vazifeli kılınan bir tâife bulunduğuna dikkati çekerek, Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın ve “Bayraklılar ashâbı”nın ulvî vasıflarından sözetmiştir:
“Ümmet-i Muhammed velîlerinin kâmillerinden olan, kendilerine ‘Enbiyâ-yı evliyâ’ (Peygamberler gibi olan velîler) denilen ulu bir tâifenin, Muhammedî kuşatıcılığa mahsus olan zevklerden nasîbi vardır. İşte Mustafâ -sallallahu aleyhi ve sellem-in gerçek halifeleri, vârisleri ve kardeşleri de onlardır.
Bu tâife hakkındaki husûsî işâret;
‘Benden sonraki ihvânımla karşılaşmayı özlüyorum!’ buyruğudur.
Onlarla ilgili olarak şöyle buyurulmuştur:
‘Yarattıklarımızdan öyle bir topluluk da vardır ki, onlar Hakk’a iletirler ve Hakk ile hüküm verirler.’ (A’râf: 181)
Onlar o kimselerdir ki; yükseldikleri zaman da istifâde edilirler, indirildikleri zaman da fayda verirler.
Zira geriye döndürülen velîler kâinât ve hâdiselerle ilgili zulümâtı giderirler, zaman ve mekânı onlar hakkında ta’y ederler ve onları onlardan alırlar:
‘Biz hakkı bâtılın tepesine şiddetle atarız da, onun beynini parçalar. Bir de görürsün ki bâtıl yok olup gitmiştir.’ (Enbiyâ: 18)
Bu ulu tâifeye vekâlet hil’atını giydirirler ve böylece hilâfet kürsüsüne oturturlar. Onların hükmü memleketi tutmuş olur.
‘Onları emrimizle hidâyete çağıran rehberler kıldık.’ (Enbiyâ: 21)
‘De ki: Benim yolum budur. Ben Allah’a dâvet ediyorum. Ben ve bana tâbi olanlar basîret üzerindeyiz.’ (Yusuf: 108)
‘İnsanları Allah’a dâvet eden, kendisi de sâlih amel işleyen ve ‘Doğrusu ben müslümanlardanım!’ diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?’ (Fussilet: 33)
Emîrü’l-mü’minîn Ali -radiyallahu anh- uzun bir makâle-i haydarânelerinde onların makâmından haber vererek şöyle buyururlar:
‘Yeryüzü Allah’ın hüccetini kâim kılandan hâlî kalmaz. O ya açıktır ya da gizlidir. Böylece Allah’ın delil ve âyet’leri iptal olmaz. Nice az kimseler değer bakımından daha büyüktür. Onların kendileri görülmez, fakat misâlleri kalplerdedir.’
Şer’î nübüvvetin bir başka şeklini onlara âyân ve der-meyân ederler. Zirâ o kapı kapanmıştır.
‘Muhammed içinizden herhangi bir adamın babası değil, o ancak Allah’ın resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur.’ (Ahzâb: 40)
Onun hâricinde, bütün ilâhî zevklerden ve peygamberlerin keşiflerden nasibdâr olurlar.” (Tebsıretü’l-Mübtedî ve Tezkîretü’l-Müntehî; s. 84-87)
Süleymaniye Kütüphanesi, Ayasofya; 1691/2 no’da kayıtlı bulunan
“Tebsıretü’l-Mübtedî” isimli eserinin ilk yaprağı.
“Tebsıretü’l-Mübtedî” isimli eserinin ilk yaprağı.