"Hâtemü’l-İmâme" Olan Velî
ve "Nûrun Alâ Nûr"un Ona Verilişi:
Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri "Ankâ-i Muğrib fî Ma’rifeti Hatmü’l-evliyâ" adlı kitabında; Hâtemü’l-evliyâ’nın bir hidâyet rehberi ve Muhammedî bir imam olarak batı tarafından zuhûr edeceğini ortaya koymuş; apaçık ilmî bir kerâmet olarak da, "Nûrun alâ Nûr" ve sır üstüne sırrın ona verileceğini beyan buyurmuştur:
"Bir hidâyet rehberinin batı tarafından doğması yaklaşmıştır. Bu, şirklerin zevâl bulup batmasıyla, onun avcısı yok edilip tuzağı ortadan kaldırılarak, şirklerle ilgili olan bağının çözülmesiyle, O’na yönelmiş olan bir güneş ve O’nu tenzîh eden bir makamdır.
Bu batış, her ikisinin de ‘Ayn’ı ile ilgili olan iki kısım üzerinde gerçekleşir. Onun batışı da kendi kalbinde meydana gelir. Zîrâ o Gayb âleminde, Rabb’inden verilmiş bir nûr üzerindedir. Onda artakalan şey ise O’nun toprağının nûrudur.
‘Nûrun alâ Nûr"; yâni "Nûr üstüne nûr’ (Nûr: 35) ve sırlar üstüne gelen sırlar onun olur.
Aydınlanan bir yer kararmışsa, bu onun batışına karşılıktır. İşte o da (böylece) kendisinde batmış olan sıfatlardan arınır. Nitekim o Kudsî Zât’ın denizinin içinde boğulur ve kendi sıfatlarının elbiselerinden soyunur.
Şimdi şaşkınlığa düşmeden şu yüce sırra ve hiç tadılmamış, rahatlık veren şu ilâhî zevke bir bak! Ben aylı geceler ve gündüzler boyu, avâmın kendisine münâcaat ettiği kudsî makâmında, bu ilâhî güneşin nûru ile kaldım. O ‘Hâtemü’l-imâme’; yâni küllî mutlak bir imam olarak değil, cüz’î Muhammedî bir imam olarak ‘İmamlığın Hâtem’i’ olduğu için, Allah bize onun alâmetini izâh etmiştir." ("Ankâ-i Muğrib fî Ma’rifeti Hatmü’l-evliyâ"; s.15, Bas.: Mısır, 1954)
ve "Nûrun Alâ Nûr"un Ona Verilişi:
Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri "Ankâ-i Muğrib fî Ma’rifeti Hatmü’l-evliyâ" adlı kitabında; Hâtemü’l-evliyâ’nın bir hidâyet rehberi ve Muhammedî bir imam olarak batı tarafından zuhûr edeceğini ortaya koymuş; apaçık ilmî bir kerâmet olarak da, "Nûrun alâ Nûr" ve sır üstüne sırrın ona verileceğini beyan buyurmuştur:
"Bir hidâyet rehberinin batı tarafından doğması yaklaşmıştır. Bu, şirklerin zevâl bulup batmasıyla, onun avcısı yok edilip tuzağı ortadan kaldırılarak, şirklerle ilgili olan bağının çözülmesiyle, O’na yönelmiş olan bir güneş ve O’nu tenzîh eden bir makamdır.
Bu batış, her ikisinin de ‘Ayn’ı ile ilgili olan iki kısım üzerinde gerçekleşir. Onun batışı da kendi kalbinde meydana gelir. Zîrâ o Gayb âleminde, Rabb’inden verilmiş bir nûr üzerindedir. Onda artakalan şey ise O’nun toprağının nûrudur.
‘Nûrun alâ Nûr"; yâni "Nûr üstüne nûr’ (Nûr: 35) ve sırlar üstüne gelen sırlar onun olur.
Aydınlanan bir yer kararmışsa, bu onun batışına karşılıktır. İşte o da (böylece) kendisinde batmış olan sıfatlardan arınır. Nitekim o Kudsî Zât’ın denizinin içinde boğulur ve kendi sıfatlarının elbiselerinden soyunur.
Şimdi şaşkınlığa düşmeden şu yüce sırra ve hiç tadılmamış, rahatlık veren şu ilâhî zevke bir bak! Ben aylı geceler ve gündüzler boyu, avâmın kendisine münâcaat ettiği kudsî makâmında, bu ilâhî güneşin nûru ile kaldım. O ‘Hâtemü’l-imâme’; yâni küllî mutlak bir imam olarak değil, cüz’î Muhammedî bir imam olarak ‘İmamlığın Hâtem’i’ olduğu için, Allah bize onun alâmetini izâh etmiştir." ("Ankâ-i Muğrib fî Ma’rifeti Hatmü’l-evliyâ"; s.15, Bas.: Mısır, 1954)
Şeyhü’l-ekber -kuddise sırruh- Hazretleri’nin
yedi asır öncesinden işâret buyurduğu;
Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın eserlerinin üzerine yıllar önce yerleştirilen
"Nûrun alâ Nûr" ibâresi
yedi asır öncesinden işâret buyurduğu;
Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın eserlerinin üzerine yıllar önce yerleştirilen
"Nûrun alâ Nûr" ibâresi