"Risâlet Velâyeti", "Nübüvvet Velâyeti"
"İman Velâyeti" ve Velâyet-i İlâhî'nin "Hâtem"i:
Mahmûd bin Alî ed-Dâmûnî -kuddise sırruh- Hazretleri "Fusûsu'l-Hikem" üzerine yazdığı "Kitâbu Cevâhirü'l-Kıdem alâ Fusûsu'l-Hikem" isimli şerhte; Risâlet, Nübüvvet ve Velâyet'in mâhiyeti üzerine inceden inceye eğilerek, "İlâhî velâyet" de denilen "İman velâyeti"ne mazhar olan Hâtemü'l-evliyâ'nın, bu has velâyetle nebî ve resullere dahi tasarrufta bulunduğunu haber vermiştir:
"Bu ilim, bu (Hatmiyyet) makamının ve tâkat nisbetinde istimdâd eden bu mişkâtın Sahibi'nin mişkât nûrundan alınmadıkça, Nebîlerden ve Resullerden -Aleyhimüsselâm- herhangi birinde görülmez ve mevcut bulunmaz. Zîrâ bu varlık, rûhânî hakikat Nûr'unun bu sırçalara irâde buyuruluşundaki ve tahdit edilişindeki varlığın nüfûz ettirilişinden çok daha başkadır. Bu onun için, O'nun bizlere âşikâr olan yardımcı yönü üzere, maiyyetinin zamanlarına karşılık gelen her zamanda, risâleti yerine getirmesi için Hâtemü'r-rusül'e ulaştırdığı keşif Nûr'udur. Bunun da sebebi; varlıkların çoğunun içine sirâyet eden, ‘İlâhî Vâhidiyyet' sırrıdır.
İşte bunun gibi, kıyâmete kadar her zamanda kâim olan varlığıyla Velâyet'te tahakkuk eden velîlerden herhangi biri de, yakınlaşanların öne geçirilişi şâyet kendisi için mevcut olmamışsa, velâyetle her zamanda, onu ancak Hâtemü'l-velî kandilinin nûrundan görebilir. Hatta Resuller dahi -Aleyhimüsselâm-, makam hususunda ilk bâbda Nebîler kendilerinden daha aşağıda bulundukları için, bu ‘Allah'ı bilme ilmi'ni, Allah'ın ezelî irâdesi kendilerinde öne geçip de, her velînin görmesi lâzım geleni görmek istediği vakit:
‘Bu Allah'ın fazl-u ikramıdır, kime dilerse ona verir.' (Cumâ: 4)
Kemâl-i evsâfıyla gerçekleştirememiş, kendilerini gördükleri an O'nu göremeyip, hâllerinden herhangi bir hâle muvaffak olamamışlarsa; Nebîlere ve Resullere -Aleyhimüsselâm- nisbetle ancak, Hâtemü'l-evliyâ kandilinin Nûr'undan istimdâd etmekle elde edebilirler. Zîrâ onlarınki, avâmın idrâk ve anlayış hususundaki körlükleri gibi; mutlak anlamda bir velâyet değil, Nübüvvet ve Risâlet velâyetidir.
Velâyet üç kısım üzere hâsıldır:
Tek başına İman velâyeti,
İman velâyeti ve tek başına Nübüvvet,
İman velâyeti, Nübüvvet ve Risâlet…
Velâyet'in bu üç kısmından: ‘Bu ilmi Nebîlerden ve Resullerden -Aleyhimüsselâm- herhangi biri ancak Hâtemü'r-rusül'ün kandilinden görürler.' sözüne aykırı bir durum teşkil etmeyecek şekilde; kendisinde bu makamın zevki bulunmayan bir kimsenin anlayış ve idrak etmede zorlandığı gibi, risâletin değil, Velâyet'in ‘Hatm' cihetini murâd ettik." ("Kitâbu Cevâhirü'l-Kıdem alâ Fusûsu'l-Hikem", Süleymâniye Ktp. Reşîd Efendi, nr.: 407, vr. 66a-66b)
| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |
Copyright ©2015 HAKİKAT. All Rights Reserved.
"İman Velâyeti" ve Velâyet-i İlâhî'nin "Hâtem"i:
Mahmûd bin Alî ed-Dâmûnî -kuddise sırruh- Hazretleri "Fusûsu'l-Hikem" üzerine yazdığı "Kitâbu Cevâhirü'l-Kıdem alâ Fusûsu'l-Hikem" isimli şerhte; Risâlet, Nübüvvet ve Velâyet'in mâhiyeti üzerine inceden inceye eğilerek, "İlâhî velâyet" de denilen "İman velâyeti"ne mazhar olan Hâtemü'l-evliyâ'nın, bu has velâyetle nebî ve resullere dahi tasarrufta bulunduğunu haber vermiştir:
"Bu ilim, bu (Hatmiyyet) makamının ve tâkat nisbetinde istimdâd eden bu mişkâtın Sahibi'nin mişkât nûrundan alınmadıkça, Nebîlerden ve Resullerden -Aleyhimüsselâm- herhangi birinde görülmez ve mevcut bulunmaz. Zîrâ bu varlık, rûhânî hakikat Nûr'unun bu sırçalara irâde buyuruluşundaki ve tahdit edilişindeki varlığın nüfûz ettirilişinden çok daha başkadır. Bu onun için, O'nun bizlere âşikâr olan yardımcı yönü üzere, maiyyetinin zamanlarına karşılık gelen her zamanda, risâleti yerine getirmesi için Hâtemü'r-rusül'e ulaştırdığı keşif Nûr'udur. Bunun da sebebi; varlıkların çoğunun içine sirâyet eden, ‘İlâhî Vâhidiyyet' sırrıdır.
İşte bunun gibi, kıyâmete kadar her zamanda kâim olan varlığıyla Velâyet'te tahakkuk eden velîlerden herhangi biri de, yakınlaşanların öne geçirilişi şâyet kendisi için mevcut olmamışsa, velâyetle her zamanda, onu ancak Hâtemü'l-velî kandilinin nûrundan görebilir. Hatta Resuller dahi -Aleyhimüsselâm-, makam hususunda ilk bâbda Nebîler kendilerinden daha aşağıda bulundukları için, bu ‘Allah'ı bilme ilmi'ni, Allah'ın ezelî irâdesi kendilerinde öne geçip de, her velînin görmesi lâzım geleni görmek istediği vakit:
‘Bu Allah'ın fazl-u ikramıdır, kime dilerse ona verir.' (Cumâ: 4)
Kemâl-i evsâfıyla gerçekleştirememiş, kendilerini gördükleri an O'nu göremeyip, hâllerinden herhangi bir hâle muvaffak olamamışlarsa; Nebîlere ve Resullere -Aleyhimüsselâm- nisbetle ancak, Hâtemü'l-evliyâ kandilinin Nûr'undan istimdâd etmekle elde edebilirler. Zîrâ onlarınki, avâmın idrâk ve anlayış hususundaki körlükleri gibi; mutlak anlamda bir velâyet değil, Nübüvvet ve Risâlet velâyetidir.
Velâyet üç kısım üzere hâsıldır:
Tek başına İman velâyeti,
İman velâyeti ve tek başına Nübüvvet,
İman velâyeti, Nübüvvet ve Risâlet…
Velâyet'in bu üç kısmından: ‘Bu ilmi Nebîlerden ve Resullerden -Aleyhimüsselâm- herhangi biri ancak Hâtemü'r-rusül'ün kandilinden görürler.' sözüne aykırı bir durum teşkil etmeyecek şekilde; kendisinde bu makamın zevki bulunmayan bir kimsenin anlayış ve idrak etmede zorlandığı gibi, risâletin değil, Velâyet'in ‘Hatm' cihetini murâd ettik." ("Kitâbu Cevâhirü'l-Kıdem alâ Fusûsu'l-Hikem", Süleymâniye Ktp. Reşîd Efendi, nr.: 407, vr. 66a-66b)
| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |
Copyright ©2015 HAKİKAT. All Rights Reserved.