Hâtemü’n-Nübüvve’nin Bâtını Olan
Hâtemü’l-Velâye’nin, Hâtemü’l-Evliyâ’nın
Zuhûru İle Ortaya Çıkışı:
Abdürrezzak el-Kâşânî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin “Şerhü’l-Kâşânî alâ Fusûsu’l-Hikem” adlı eserinde beyan ettiği en mühim ve en esrarlı hususlardan birisi de; risâlet, nübüvvet ve velâyet’in Hatemiyyet’ini elinde bulunduran Muhammed Aleyhisselâm’ın, risâlet ve nübüvvetin Hâtem’i sıfatıyla zuhur edince velâyet yönünün geri plânda kaldığını, onun velâyet’inin müstakil bir biçimde ancak Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın zuhûru ile ortaya çıkacağını haber veren beyanlarıdır.
Hazret, eserde hususiyetle bu noktaya dikkati çekerek şöyle buyurmuştur:
“Allah-u Teâlâ Zât’ı, sıfatları ve isimleriyle; başka bir şeyle değil, ancak gerçek Varlık’la varolan Hâtemü’l-velâye’nin aynındaki ‘Velî’ ve ‘Hamîd’ isimleriyle adlandırıldığı için, bu sıfatlar ancak velâyet’in Hâtem’inden elde edilebilir.
Hâtemü’r-rüsul’ün velâyeti bakımından velâyet’in Hâtem’ine olan nisbeti, nebî ve resullerin kendisine olan nisbeti gibidir. O bâtın yönüyle Velî, ahkâm ve şeriatı tebliğ etmesi yönüyle Resûl, ilâhî gizliliklerden ve hikmetlerin bilgilerinden haber vermesi yönüyle de Nebî’dir. Bâtını Hâtemü’r-rüsul’ün bâtını olan Hâtemü’l-evliyâ ise; bâtın yönü ile Velî’dir.
O, şeriat ve ahkâmını vâsıtasız olarak Asıl’dan elde ettiği Peygamber Aleyhisselâm hakkında;
‘Kuluna vahyedeceğini vahyetti.’ (Necm: 10) şeklinde vârid olan; Hâtemü’r-risâle’nin velâyetindeki kemâle erişip de, mertebeleri vasıtasız olarak müşâhade etmedikçe Hâtemü’r-risâle’ye vâris olamaz.
Zira herkese fayda sağlayan ve veren; onları vasıtalı olarak da, vasıtasız olarak da feyizlendiren ancak odur.
İşte o (Hâtemü’l-evliyâ) da, cemaatin öncüsü olan Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in hasenâtından bir hasenedir. Çünkü o (Hâtemü’r-rüsul), risâlet makamında bir şerîatla zuhurunu daimî kılan ve Hakk’ın ‘Hâdî’ isminin içine sığdırılan isimlerin hepsini biraraya toplayan, Zât-ı ehadiyyet’le ilgili olan kendi Velâyet’ini izhâr etmemiş; dolayısıyla da onun bâtın velâyeti olan bu hasene, velâyet’in Hâtem’ine vâris olan mazharda zuhur edinceye kadar bâkî kalmıştır. Zîrâ onun zâhiri nübüvvet, bâtını ise velâyet’tir.” (Şerhü’l-Kâşânî alâ Fusûsu’l-Hikem; Ayasofya, nr.: 1901, 22a-22b yaprağı.)
Hâtemü’l-Velâye’nin, Hâtemü’l-Evliyâ’nın
Zuhûru İle Ortaya Çıkışı:
Abdürrezzak el-Kâşânî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin “Şerhü’l-Kâşânî alâ Fusûsu’l-Hikem” adlı eserinde beyan ettiği en mühim ve en esrarlı hususlardan birisi de; risâlet, nübüvvet ve velâyet’in Hatemiyyet’ini elinde bulunduran Muhammed Aleyhisselâm’ın, risâlet ve nübüvvetin Hâtem’i sıfatıyla zuhur edince velâyet yönünün geri plânda kaldığını, onun velâyet’inin müstakil bir biçimde ancak Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın zuhûru ile ortaya çıkacağını haber veren beyanlarıdır.
Hazret, eserde hususiyetle bu noktaya dikkati çekerek şöyle buyurmuştur:
“Allah-u Teâlâ Zât’ı, sıfatları ve isimleriyle; başka bir şeyle değil, ancak gerçek Varlık’la varolan Hâtemü’l-velâye’nin aynındaki ‘Velî’ ve ‘Hamîd’ isimleriyle adlandırıldığı için, bu sıfatlar ancak velâyet’in Hâtem’inden elde edilebilir.
Hâtemü’r-rüsul’ün velâyeti bakımından velâyet’in Hâtem’ine olan nisbeti, nebî ve resullerin kendisine olan nisbeti gibidir. O bâtın yönüyle Velî, ahkâm ve şeriatı tebliğ etmesi yönüyle Resûl, ilâhî gizliliklerden ve hikmetlerin bilgilerinden haber vermesi yönüyle de Nebî’dir. Bâtını Hâtemü’r-rüsul’ün bâtını olan Hâtemü’l-evliyâ ise; bâtın yönü ile Velî’dir.
O, şeriat ve ahkâmını vâsıtasız olarak Asıl’dan elde ettiği Peygamber Aleyhisselâm hakkında;
‘Kuluna vahyedeceğini vahyetti.’ (Necm: 10) şeklinde vârid olan; Hâtemü’r-risâle’nin velâyetindeki kemâle erişip de, mertebeleri vasıtasız olarak müşâhade etmedikçe Hâtemü’r-risâle’ye vâris olamaz.
Zira herkese fayda sağlayan ve veren; onları vasıtalı olarak da, vasıtasız olarak da feyizlendiren ancak odur.
İşte o (Hâtemü’l-evliyâ) da, cemaatin öncüsü olan Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in hasenâtından bir hasenedir. Çünkü o (Hâtemü’r-rüsul), risâlet makamında bir şerîatla zuhurunu daimî kılan ve Hakk’ın ‘Hâdî’ isminin içine sığdırılan isimlerin hepsini biraraya toplayan, Zât-ı ehadiyyet’le ilgili olan kendi Velâyet’ini izhâr etmemiş; dolayısıyla da onun bâtın velâyeti olan bu hasene, velâyet’in Hâtem’ine vâris olan mazharda zuhur edinceye kadar bâkî kalmıştır. Zîrâ onun zâhiri nübüvvet, bâtını ise velâyet’tir.” (Şerhü’l-Kâşânî alâ Fusûsu’l-Hikem; Ayasofya, nr.: 1901, 22a-22b yaprağı.)