Hâtemü’l-Evliyâ”lık Mertebesi’nin Hâsıl Oluşu:
Şeyh Afîfüddîn et-Tlimsânî -kuddise sırruh- Hazretleri “Şerh-i Fusûsu’l-Hikem li’l-Afîfüddîn et-Tlimsânî” isimli eserinde Hâtemü’r-rüsul için hâsıl olan “Hâtemü’l-velâye” mertebesinin, aynı şekilde Hâtemü’l-evliyâ’ya da ihsan buyurulacağına işaret ederek; kendisine has farklı bir tecelliyâtla risâlet, nübüvvet ve “Hâtemü’l-velâye” mertebeleri arasındaki farkı haber vermiştir:
“Hâtemü’r-rüsul nasılsa; onun ümmetinden ondan sonra, Hâtemü’l-evliyâ’lık mertebesinin ona hâsıl kılındığı şeye göre gelecek bir kimse olan ‘Hâtemü’l-evliyâ’ da aynıdır. (İkisi de) tek bir mertebede bulununca, sayılanlar içinde nihâyeti bulunmayan şahıslar da bulunursa; şahısların sayısında herhangi bir noksanlık meydana getirmeksizin, o da aynı şekilde ‘Hâtemü’l-evliyâ’ olur.
Söyleyiciler şöyle bir şiir söylerler:
‘Milyonları saymış da olsalar,
Sayılmayan tek bir taneyi sayarlar.’
Hâtemü’l-evliyâ, hatmiyyet husûsundaki mertebesinde ancak zaman yönünden öne geçmiş olur; benim bildirdiğimin dışında ona yol bulamaz. Onun velâyet mertebesi nübüvvet mertebesinin fevkinde, nübüvvet mertebesi de risâlet mertebesinin fevkindedir. Bunların üçü de, tıpkı Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’de birleştiği gibi, tek bir kimsede birleşince; artık o hem bir Velî, hem bir Nebî, hem de bir Resul olur.
Ancak;
‘Benim öyle bir vaktim olur ki, onda Rabb’imden başkası bulunmaz!’
Buyruğuna göre hamledilmiş bir velâyet olduğu için; onun velâyeti nübüvvetinin fevkinde, nübüvveti de risâletinin fevkindedir.
O (kendi velâyet mertebesinde) Hakk ile buluşur ve Hakk Teâlâ’dan, arada herhangi bir melek vâsıta olmaksızın alır. Nübüvvet mertebesinde ise Hakk’tan, ancak bir melek vâsıtasıyla alır. Zîrâ nübüvvet, birtakım haberlerin muhkem kılınmasıdır ki; bu haberler ancak Cebrâil Aleyhisselâm vâsıtasıyla alınır. Lâkin nübüvvet, O’nun sözünü Cebrâil Aleyhisselâm’ın ona söylemesi olduğu için, onun nübüvveti risâletinin daha da fevkindedir. Şu kadar var ki, risâlet de O’nun sözünü beşere söylemek demektir. Dolayısıyla nübüvvetin (ondan) daha yüksek olduğu pek de gizli bir şey değildir.
Nitekim Şeyh(ü’l-ekber) bu mânâyı ‘Beyt şiiri’nde şöyle zikretmiştir:
‘Nübüvvet makâmı berzahlar içindedir,
Velînin kavrayışı Resûl’ün fevkindedir.’
Dolayısıyla; ‘Resuller bile onu görmek istedikleri vakit, ancak Hâtemü’l-evliyâ mişkâtından görürler.’ sözüyle de, bizim bahsettiğimiz şey murâd edilmiştir. Resuller de hem kendilerinin, hem de velâyetin, zikri geçen mişkâtından ibâret olan Hâtemü’l-evliyâ mertebesi altında gönderildikleri için; onunla ilgili iş, bizim zikrettiğimiz şeye göre artık kolaylaşmış demektir.” (“Şerhü’l-Fusûs li’l-Afîfüddîn et-Tlimsânî”; Şehid Ali Paşa, nr.: 1248, 25a-25b yaprağı.)
Şeyh Afîfüddîn et-Tlimsânî -kuddise sırruh- Hazretleri “Şerh-i Fusûsu’l-Hikem li’l-Afîfüddîn et-Tlimsânî” isimli eserinde Hâtemü’r-rüsul için hâsıl olan “Hâtemü’l-velâye” mertebesinin, aynı şekilde Hâtemü’l-evliyâ’ya da ihsan buyurulacağına işaret ederek; kendisine has farklı bir tecelliyâtla risâlet, nübüvvet ve “Hâtemü’l-velâye” mertebeleri arasındaki farkı haber vermiştir:
“Hâtemü’r-rüsul nasılsa; onun ümmetinden ondan sonra, Hâtemü’l-evliyâ’lık mertebesinin ona hâsıl kılındığı şeye göre gelecek bir kimse olan ‘Hâtemü’l-evliyâ’ da aynıdır. (İkisi de) tek bir mertebede bulununca, sayılanlar içinde nihâyeti bulunmayan şahıslar da bulunursa; şahısların sayısında herhangi bir noksanlık meydana getirmeksizin, o da aynı şekilde ‘Hâtemü’l-evliyâ’ olur.
Söyleyiciler şöyle bir şiir söylerler:
‘Milyonları saymış da olsalar,
Sayılmayan tek bir taneyi sayarlar.’
Hâtemü’l-evliyâ, hatmiyyet husûsundaki mertebesinde ancak zaman yönünden öne geçmiş olur; benim bildirdiğimin dışında ona yol bulamaz. Onun velâyet mertebesi nübüvvet mertebesinin fevkinde, nübüvvet mertebesi de risâlet mertebesinin fevkindedir. Bunların üçü de, tıpkı Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’de birleştiği gibi, tek bir kimsede birleşince; artık o hem bir Velî, hem bir Nebî, hem de bir Resul olur.
Ancak;
‘Benim öyle bir vaktim olur ki, onda Rabb’imden başkası bulunmaz!’
Buyruğuna göre hamledilmiş bir velâyet olduğu için; onun velâyeti nübüvvetinin fevkinde, nübüvveti de risâletinin fevkindedir.
O (kendi velâyet mertebesinde) Hakk ile buluşur ve Hakk Teâlâ’dan, arada herhangi bir melek vâsıta olmaksızın alır. Nübüvvet mertebesinde ise Hakk’tan, ancak bir melek vâsıtasıyla alır. Zîrâ nübüvvet, birtakım haberlerin muhkem kılınmasıdır ki; bu haberler ancak Cebrâil Aleyhisselâm vâsıtasıyla alınır. Lâkin nübüvvet, O’nun sözünü Cebrâil Aleyhisselâm’ın ona söylemesi olduğu için, onun nübüvveti risâletinin daha da fevkindedir. Şu kadar var ki, risâlet de O’nun sözünü beşere söylemek demektir. Dolayısıyla nübüvvetin (ondan) daha yüksek olduğu pek de gizli bir şey değildir.
Nitekim Şeyh(ü’l-ekber) bu mânâyı ‘Beyt şiiri’nde şöyle zikretmiştir:
‘Nübüvvet makâmı berzahlar içindedir,
Velînin kavrayışı Resûl’ün fevkindedir.’
Dolayısıyla; ‘Resuller bile onu görmek istedikleri vakit, ancak Hâtemü’l-evliyâ mişkâtından görürler.’ sözüyle de, bizim bahsettiğimiz şey murâd edilmiştir. Resuller de hem kendilerinin, hem de velâyetin, zikri geçen mişkâtından ibâret olan Hâtemü’l-evliyâ mertebesi altında gönderildikleri için; onunla ilgili iş, bizim zikrettiğimiz şeye göre artık kolaylaşmış demektir.” (“Şerhü’l-Fusûs li’l-Afîfüddîn et-Tlimsânî”; Şehid Ali Paşa, nr.: 1248, 25a-25b yaprağı.)