"Hâtemü’l-Velâye" İle Görüşme (1):
Şeyhü’l-ekber Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri "Fütûhâtü’l-Mekkiyye" isimli eserinde, Hâtemü’l-evliyâ’nın soylu bir Arap âilesine mensup olacağını; kendisinin, yaşadığı devirde henüz cismen zuhûr etmemiş olan bu zâtla karşılaştığını, Allah’ın ondaki alâmetini ve başkalarından gizlemiş olduğu Velâyet’ini kendisine bildirdiğini beyân etmiş; ondaki ilâhî ilmi süflî birtakım kimselerin inkâra kalkışacağını haber vermiştir:
"Hatmü’l-velâyeti’l-Muhammediyye, bu Arab’ın en keremli aslından ve neslinden olan bir şahsındır. O bizim zamânımızda, bugün dahî mevcuttu. Ben beş yüz doksan beş senesinde onunla tanıştım ve Hakk kendisinin, kullarının gözlerinden gizlediği ondaki alâmetini bana gösterip, Fas şehrinde onu bana keşfettirdi. Hatta ben ondaki ‘Hâtemü’l-velâye’yi dahî gördüm. İnsanların çoğu aynı zamanda onun, mutlak bir biçimde ‘Hâtemü’n-nübüvve’ olduğunu da bilmez.
Nitekim Allah onun sırrında, kendisini bilmekten yana Hakk’ın kendisinde gerçekleştiği şey husûsunda ona inkâr ehlini mübtelâ kılar. Şer’î nübüvveti Allah nasıl ki Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-le hatmetmişse; Allah diğer peygamberlerden tahsil edilemeyen, ancak Muhammedî vârislerin tahsil edebildiği velâyet-i Muhammedî’nin Hatm’iyle de öylece hatmedecektir.
İşte bu Hatmü’l-Muhammedî’den sonra, velî-lerden İbrâhim, Musâ ve İsâ’ya vâris kimseler bulunabilir; ondan sonra, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-e vâris olan bir velî ise bulunmaz. İşte Hâtemü’l-velâyeti’l-Muhammediyye’nin mânâsı budur." (Fütûhâtü’l-Mekkiyye an Esrâri Mem-leketi’l-Mâlikiyye ve’l-Mülkiyye; c.3, s.87-88, Bas.: Beyrut, 1994.)
Şeyhü’l-ekber Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri "Fütûhâtü’l-Mekkiyye" isimli eserinde, Hâtemü’l-evliyâ’nın soylu bir Arap âilesine mensup olacağını; kendisinin, yaşadığı devirde henüz cismen zuhûr etmemiş olan bu zâtla karşılaştığını, Allah’ın ondaki alâmetini ve başkalarından gizlemiş olduğu Velâyet’ini kendisine bildirdiğini beyân etmiş; ondaki ilâhî ilmi süflî birtakım kimselerin inkâra kalkışacağını haber vermiştir:
"Hatmü’l-velâyeti’l-Muhammediyye, bu Arab’ın en keremli aslından ve neslinden olan bir şahsındır. O bizim zamânımızda, bugün dahî mevcuttu. Ben beş yüz doksan beş senesinde onunla tanıştım ve Hakk kendisinin, kullarının gözlerinden gizlediği ondaki alâmetini bana gösterip, Fas şehrinde onu bana keşfettirdi. Hatta ben ondaki ‘Hâtemü’l-velâye’yi dahî gördüm. İnsanların çoğu aynı zamanda onun, mutlak bir biçimde ‘Hâtemü’n-nübüvve’ olduğunu da bilmez.
Nitekim Allah onun sırrında, kendisini bilmekten yana Hakk’ın kendisinde gerçekleştiği şey husûsunda ona inkâr ehlini mübtelâ kılar. Şer’î nübüvveti Allah nasıl ki Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-le hatmetmişse; Allah diğer peygamberlerden tahsil edilemeyen, ancak Muhammedî vârislerin tahsil edebildiği velâyet-i Muhammedî’nin Hatm’iyle de öylece hatmedecektir.
İşte bu Hatmü’l-Muhammedî’den sonra, velî-lerden İbrâhim, Musâ ve İsâ’ya vâris kimseler bulunabilir; ondan sonra, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-e vâris olan bir velî ise bulunmaz. İşte Hâtemü’l-velâyeti’l-Muhammediyye’nin mânâsı budur." (Fütûhâtü’l-Mekkiyye an Esrâri Mem-leketi’l-Mâlikiyye ve’l-Mülkiyye; c.3, s.87-88, Bas.: Beyrut, 1994.)