"Hâtemü'l-Velâye"nin Şerîat'ın İzini Açığa Çıkarıp,
Kıyâmetin ve Hazret-i Mehdî'nin Önündeki Seti Açması:
Hüsâmeddîn el-Bitlisî -kuddise sırruh- Hazretleri, "Şerhu Hutbetü'l-Beyân" adlı mecmuânın içindeki Sûfiyye ıstılahları ile ilgili risâlesinde "Hâtemü'n-nübüvve"nin mânâsını açıklarken, onun bâtınî yüzü olan "Hâtemü'l-velâye"nin mânevî husûsiyetleri üzerinde de durmuş; velâyetin bâtınına vâris olan bu velînin tecelliyât-ı İlâhî ile insanın aslî mâhiyetini ifşâ ve kendisine tâbî olanların dünya ve âhiretini ıslâh edeceğini, zamânın hayır ve bereketinin kesildiği bir zamanda onun Şerîat'ın izini ortaya çıkarıp, kıyâmetin ve Hazret-i Mehdî'nin önündeki seti açacağını ifşâ etmiştir:
"'Hâtemü'n-nübüvve' odur ki, nübüvvet feleğinin dâiresi onunla döner ve [onun] sûreti ve mânâsı:
'Biz hem sonuncularız, hem de ilkleriz!'dir.
O bir kişiden başkası olamaz, o da Peygamber'imiz -sallallahu aleyhi ve sellem-dir. Hâtemü'l-velâyeti'l-mutlaka (mutlak anlamda 'Hâtemü'l-velâye'); yâni Zâtî isimlerin tümünü sünnet (âdet) edinmiş olan kimse de aynen böyledir. Diğerleri ise bu ikisine mensuptur.
O, yâni 'Hâtemü'l-velâye'nin tavrı (ihâtâsı) da, O'nun Ulûhiyyet'inin meydana getirdiği zuhûrla şekillenişine göredir; çünkü [o], âdemle ilgili her zerrenin sırrını Hakk ile izhâr eder. Onun vasfı 'Velâyetin de bâtını'dır. Her kemâl ondandır ve bâtında olan herhangi bir şeyi o zâhire çıkarır. Dünya ve âhiret düzgünlüğüne ancak onunla erişilir. O kemâlin nihâyetindedir, O'nun ulûhiyetini izhâr eder; ölüme de ancak bu düzgünlükle tahammül edilebilir. Şer'î mesûliyetler ona yükseltilir, o şaşırmış gibi olan halka nazar eder. Dünya hâlinden âhiret hâline intikâl sofrası, kıyâmetin kopuşu ve vaad edilen âhir zamandaki Mehdî'nin önündeki set onunla açılır.
Bil ki, her zamanda çok kâmil ve fâzıl bir zât bulunabilir. Onun kalbi ise, Mehdî'nin kalbinin de üzerindedir, onun davetçisi olduğunu açıkça ibrâz eder ve hidâyete davet eder. O Zât'ıyla, bütün isim ve sıfatlarıyla Hakk'a bürünmüş olan kimse gibi: 'Enâ'l-Hakk: Ben Hakk'ım!' dese davâsında sâdıktır. O, vaadlerinde de sâdıktır ve Şer'in (Şerîat'ın) izini ortaya çıkarır. Kâmilin eşsiz-benzersiz olanı işte böyledir. O davâsında sâdıktır ama, işin zâhirinde zamanın hayrı ve bereketi yoktur. Ağaç bile [İlâhî] tecellîye mazhar olunca hâl ve söz diliyle konuşur. Hakk'a gelince; İnsân-ı kâmil'in kemâle erdiği şey değil, bilâkis bu şahsın Hakk'a büründüğü sûret hakkındadır. Şüphesiz ki o kendi hakîkatinin hükümlerinin zuhûruna mazhar olur ve nasıl ki o mutlak velâyet sûretinin bir muktezâsı olmuşsa, kendi bidâyetini bilmeye de bir yer bulur." ("Mecmû'a-i Şerhu Hutbeti'l-Beyân li'l-Hüsâm el-Bitlisî", Konya Bölge Yazma Eserler Ktp. Akseki, nr.: 164, vr. 268)
| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |
Copyright ©2015 HAKİKAT. All Rights Reserved.
Kıyâmetin ve Hazret-i Mehdî'nin Önündeki Seti Açması:
Hüsâmeddîn el-Bitlisî -kuddise sırruh- Hazretleri, "Şerhu Hutbetü'l-Beyân" adlı mecmuânın içindeki Sûfiyye ıstılahları ile ilgili risâlesinde "Hâtemü'n-nübüvve"nin mânâsını açıklarken, onun bâtınî yüzü olan "Hâtemü'l-velâye"nin mânevî husûsiyetleri üzerinde de durmuş; velâyetin bâtınına vâris olan bu velînin tecelliyât-ı İlâhî ile insanın aslî mâhiyetini ifşâ ve kendisine tâbî olanların dünya ve âhiretini ıslâh edeceğini, zamânın hayır ve bereketinin kesildiği bir zamanda onun Şerîat'ın izini ortaya çıkarıp, kıyâmetin ve Hazret-i Mehdî'nin önündeki seti açacağını ifşâ etmiştir:
"'Hâtemü'n-nübüvve' odur ki, nübüvvet feleğinin dâiresi onunla döner ve [onun] sûreti ve mânâsı:
'Biz hem sonuncularız, hem de ilkleriz!'dir.
O bir kişiden başkası olamaz, o da Peygamber'imiz -sallallahu aleyhi ve sellem-dir. Hâtemü'l-velâyeti'l-mutlaka (mutlak anlamda 'Hâtemü'l-velâye'); yâni Zâtî isimlerin tümünü sünnet (âdet) edinmiş olan kimse de aynen böyledir. Diğerleri ise bu ikisine mensuptur.
O, yâni 'Hâtemü'l-velâye'nin tavrı (ihâtâsı) da, O'nun Ulûhiyyet'inin meydana getirdiği zuhûrla şekillenişine göredir; çünkü [o], âdemle ilgili her zerrenin sırrını Hakk ile izhâr eder. Onun vasfı 'Velâyetin de bâtını'dır. Her kemâl ondandır ve bâtında olan herhangi bir şeyi o zâhire çıkarır. Dünya ve âhiret düzgünlüğüne ancak onunla erişilir. O kemâlin nihâyetindedir, O'nun ulûhiyetini izhâr eder; ölüme de ancak bu düzgünlükle tahammül edilebilir. Şer'î mesûliyetler ona yükseltilir, o şaşırmış gibi olan halka nazar eder. Dünya hâlinden âhiret hâline intikâl sofrası, kıyâmetin kopuşu ve vaad edilen âhir zamandaki Mehdî'nin önündeki set onunla açılır.
Bil ki, her zamanda çok kâmil ve fâzıl bir zât bulunabilir. Onun kalbi ise, Mehdî'nin kalbinin de üzerindedir, onun davetçisi olduğunu açıkça ibrâz eder ve hidâyete davet eder. O Zât'ıyla, bütün isim ve sıfatlarıyla Hakk'a bürünmüş olan kimse gibi: 'Enâ'l-Hakk: Ben Hakk'ım!' dese davâsında sâdıktır. O, vaadlerinde de sâdıktır ve Şer'in (Şerîat'ın) izini ortaya çıkarır. Kâmilin eşsiz-benzersiz olanı işte böyledir. O davâsında sâdıktır ama, işin zâhirinde zamanın hayrı ve bereketi yoktur. Ağaç bile [İlâhî] tecellîye mazhar olunca hâl ve söz diliyle konuşur. Hakk'a gelince; İnsân-ı kâmil'in kemâle erdiği şey değil, bilâkis bu şahsın Hakk'a büründüğü sûret hakkındadır. Şüphesiz ki o kendi hakîkatinin hükümlerinin zuhûruna mazhar olur ve nasıl ki o mutlak velâyet sûretinin bir muktezâsı olmuşsa, kendi bidâyetini bilmeye de bir yer bulur." ("Mecmû'a-i Şerhu Hutbeti'l-Beyân li'l-Hüsâm el-Bitlisî", Konya Bölge Yazma Eserler Ktp. Akseki, nr.: 164, vr. 268)
| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |
Copyright ©2015 HAKİKAT. All Rights Reserved.