“Hâtemü’l-Enbiyâ” ile “Hâtemü’l-Evliyâ” Arasındaki
“Tâbî-Metbû” İlişkisini İspatlayan Şer‘î Deliller:
Şeyh Muhammed ed-Dımeşkî -kuddise sırruh- Hazretleri “Şerh-i Fusûsu’l-Hikem”inde, Tasavvuf tarihinde asırlar boyunca büyük tartışmalara neden olan “Hâtemü’l-enbiyâ” ile “Hâtemü’l-evliyâ” arasındaki tâbî-metbû‘ ilişkisini Şer‘î deliller ve ilginç temsillerle akıllara yatkın hâle getirmeye çalışmış; Hâtemü’l-evliyâ olan zâtta Allah katından verilmiş husûsî bir kemâlât bulunduğuna dikkati çekerek, bu durumun Hızır Aleyhisselâm’la Mûsâ Aleyhisselâm arasındaki duruma benzediğine vurgu yapmıştır:
“Onun zikrolunan bu tâbiiyyeti, makâmında ona -sallallahu aleyhi ve sellem- şerîatıyla ilgili olarak herhangi bir noksanlık vermez ve üstelik bizim gittiğimiz yola da ters düşmez. O tümüyle onların hepsinin Seyyid’idir -aleyhis-salâtu ves-selâm- ve onun tâbîiyyet sahası alabildiğine geniştir. Hiç şüphe yok ki o Âdemoğlu’nun Seyyid’idir, İbrâhim Halîlu’llâh Efendimiz’in evlâdı içinde Hacer’in oğludur. Dolayısıyla o -sallallahu aleyhi ve sellem-, Allah Sübhânehû’yu kendisine bildiren bu cihet itibâriyle bir yönden yüksek olduğu gibi; öte yandan, ancak Allah’tan gelebilecek bir kemâlin değeri ona (Hâtemü’l-evliyâ) verildiği için, bu işin de inkârı mümkün olmadığı için, anlatmak istediğimiz bu has cihet itibâriyle bir yönden de geride olur.
Nitekim bizim Şerî‘at’ımızın zâhirinde de bunu ispatlayacak deliller mevcuttur. Bizim bâzı hususlarda tâbîlikle ilgili olan görüşümüzü te’yid eden bu sözlerden ilki, Allah’ın kitabında, Ömer’in Bedir esirleri hakkındaki fazîletiyle ilgili buyruğuyla alâkalıdır ve onun, onlar hakkındaki hükmü nedeniyle üstünlük kazanmasını sağlayan İlâhî bir hükmün beyânına varır.
Ömer bin el-Hattâb -radiyallahu anh- onların katl edilmesini öngörmüş, Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ise ona icâbet etmemiş; ancak sözünü ettiğimiz buyruktaki gibi, Ömer’in re’yi Kur’ân’a muvâfık gelmiş ve Allah-u Teâlâ:
“Hiçbir peygambere yeryüzünde ağır basıp düşmanı yere sermeden esir almak yaraşmaz.” buyurarak katli te’yid etmiştir. (Enfâl: 67)
Ayrıca hurmaların aşılanmasında da, düşük olanların da fazîlet husûsunda (kimi zaman) üstün olabileceği meselesi te’yid görmüştür.
İşte kâmillerin en üstün derecesine yükselmiş olan bir kâmil için de, her şeyde ve her mertebede mutlakâ önde olmak lâzım gelmez. Zîrâ İlâhî fazlın bir muktezâsı olan bu ilim, Mûsâ Aleyhisselâm Efendimiz’in mâiyyetinde Hızır’a da verilmiş ve (bu ilim sâyesinde) ondan daha öne geçmiştir.” (“Şerh-i Fusûsu’l-Hikem”, İ.Ü. Ktp. AY, nr.: 4907, vr. 110-111)
| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |
Copyright ©2015 HAKİKAT. All Rights Reserved.
“Tâbî-Metbû” İlişkisini İspatlayan Şer‘î Deliller:
Şeyh Muhammed ed-Dımeşkî -kuddise sırruh- Hazretleri “Şerh-i Fusûsu’l-Hikem”inde, Tasavvuf tarihinde asırlar boyunca büyük tartışmalara neden olan “Hâtemü’l-enbiyâ” ile “Hâtemü’l-evliyâ” arasındaki tâbî-metbû‘ ilişkisini Şer‘î deliller ve ilginç temsillerle akıllara yatkın hâle getirmeye çalışmış; Hâtemü’l-evliyâ olan zâtta Allah katından verilmiş husûsî bir kemâlât bulunduğuna dikkati çekerek, bu durumun Hızır Aleyhisselâm’la Mûsâ Aleyhisselâm arasındaki duruma benzediğine vurgu yapmıştır:
“Onun zikrolunan bu tâbiiyyeti, makâmında ona -sallallahu aleyhi ve sellem- şerîatıyla ilgili olarak herhangi bir noksanlık vermez ve üstelik bizim gittiğimiz yola da ters düşmez. O tümüyle onların hepsinin Seyyid’idir -aleyhis-salâtu ves-selâm- ve onun tâbîiyyet sahası alabildiğine geniştir. Hiç şüphe yok ki o Âdemoğlu’nun Seyyid’idir, İbrâhim Halîlu’llâh Efendimiz’in evlâdı içinde Hacer’in oğludur. Dolayısıyla o -sallallahu aleyhi ve sellem-, Allah Sübhânehû’yu kendisine bildiren bu cihet itibâriyle bir yönden yüksek olduğu gibi; öte yandan, ancak Allah’tan gelebilecek bir kemâlin değeri ona (Hâtemü’l-evliyâ) verildiği için, bu işin de inkârı mümkün olmadığı için, anlatmak istediğimiz bu has cihet itibâriyle bir yönden de geride olur.
Nitekim bizim Şerî‘at’ımızın zâhirinde de bunu ispatlayacak deliller mevcuttur. Bizim bâzı hususlarda tâbîlikle ilgili olan görüşümüzü te’yid eden bu sözlerden ilki, Allah’ın kitabında, Ömer’in Bedir esirleri hakkındaki fazîletiyle ilgili buyruğuyla alâkalıdır ve onun, onlar hakkındaki hükmü nedeniyle üstünlük kazanmasını sağlayan İlâhî bir hükmün beyânına varır.
Ömer bin el-Hattâb -radiyallahu anh- onların katl edilmesini öngörmüş, Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ise ona icâbet etmemiş; ancak sözünü ettiğimiz buyruktaki gibi, Ömer’in re’yi Kur’ân’a muvâfık gelmiş ve Allah-u Teâlâ:
“Hiçbir peygambere yeryüzünde ağır basıp düşmanı yere sermeden esir almak yaraşmaz.” buyurarak katli te’yid etmiştir. (Enfâl: 67)
Ayrıca hurmaların aşılanmasında da, düşük olanların da fazîlet husûsunda (kimi zaman) üstün olabileceği meselesi te’yid görmüştür.
İşte kâmillerin en üstün derecesine yükselmiş olan bir kâmil için de, her şeyde ve her mertebede mutlakâ önde olmak lâzım gelmez. Zîrâ İlâhî fazlın bir muktezâsı olan bu ilim, Mûsâ Aleyhisselâm Efendimiz’in mâiyyetinde Hızır’a da verilmiş ve (bu ilim sâyesinde) ondan daha öne geçmiştir.” (“Şerh-i Fusûsu’l-Hikem”, İ.Ü. Ktp. AY, nr.: 4907, vr. 110-111)
| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |
Copyright ©2015 HAKİKAT. All Rights Reserved.