Mu'înddîn el-Buhârî -kuddise sırruh- Hazretleri
Peygamberlerin ve Velîlerin Çok İstediği,
Ancak Muhâlefet Edemediği Büyük Lütuf:
Eserinin başka bir noktasında ise diğer velîlerin değinmediği çok mühim ve farklı bir noktaya işâret ederek; hakîkatleri diğer peygamber ve velîlerden önce yaratılan Hâtemü'l-enbiyâ ve Hâtemü'l-evliyâ'nın, bu lütufla diğer peygamber ve velîlerden öne geçirildiğini; dolayısıyla kendilerine âit hiçbir çaba olmaksızın kavuştukları bu lütfa ve takdir edilen bu işe hiçbir peygamber ve velînin muhâlefet edemeyeceğini beyan etmiş, onların kavuştuğu bu lütfa başka peygamberlerin ve velîlerin de kavuşmasını çok temenni ettiğini belirterek, bu makâma epeyce gıpta ettiğini gösteren ilginç sözler sarfetmiştir:
"Bil ki, Hâtemü'l-evliyâ Muhammed Aleyhisselâm'ın has velâyetini hatmeden, Muhammedî sûretlerden bir sûret olan kimsedir. Unsurî varlığından önce velî olduğunu bilmede, Hâtemü'r-rüsul hükmü de onun hükmündeydi. İnsânî kemâlle ilgili küllî Muhammedî hakîkat, nübüvvet mertebesinde onun tecellî ettiği en kâmil mazhara vâcip kılındığı gibi, velâyet mertebesinde de onun tecellî ettiği en kâmil mazhara vâcip kılınmıştır. Bu iki Hatm'in velâyet mertebesinde tek bir hakîkati tasvir etmesi uzak olmaz. Daha doğrusu; 'Ben velîler arasında ancak velâyetim ve Hatmiyyet'imle âlim oldum.' diyebilmek ancak ikisi için mümkündür. Bu, unsûrî vârlıktan önce meydana gelince, diğer velîler (onun) en kâmil vâris oluşuna muhâlefet de edemez. Zîrâ onlar ancak O'nun ahlâkıyla ahlâklandıktan, sıfatlarıyla vasıflandıktan sonra velî olmuşlardır.
Keşke bu tıpkı Hâtem gibi, bizâtihî onlar için de geçerli olsaydı! 'Zâtiyyet' yalnız onlar (Hâtemü'l-enbiyâ' ve Hâtemü'l-evliyâ') için geçerli olmasaydı, onu kazanmak belki onlar için de mümkün olabilirdi.
'Allah'ın 'Velî' ve 'Hamîd' isimlerini mevcut kılmak' sözü, bu sıfatların insânî velâyetin Hatm'ine göre tek bir kimseye yönlendirilmesiyle ilgilidir. Zîrâ 'Velî' ve 'Hamîd'le isimlenmek de bu Hâtem'in özünde ve başka bir şeyle değil; Hakk'ın varlığıyla, Zât'ıyla, sıfatlarıyla ve isimleriyle meydana gelen velâyetinde gerçekleşir." ("Meşâriku'n-Nusûs el-Bâhis 'an Ğavâmizi'l-Fusûs"; Es'ad Efendi, nr.: 1539, vr. 35b-36a.)
Peygamberlerin ve Velîlerin Çok İstediği,
Ancak Muhâlefet Edemediği Büyük Lütuf:
Eserinin başka bir noktasında ise diğer velîlerin değinmediği çok mühim ve farklı bir noktaya işâret ederek; hakîkatleri diğer peygamber ve velîlerden önce yaratılan Hâtemü'l-enbiyâ ve Hâtemü'l-evliyâ'nın, bu lütufla diğer peygamber ve velîlerden öne geçirildiğini; dolayısıyla kendilerine âit hiçbir çaba olmaksızın kavuştukları bu lütfa ve takdir edilen bu işe hiçbir peygamber ve velînin muhâlefet edemeyeceğini beyan etmiş, onların kavuştuğu bu lütfa başka peygamberlerin ve velîlerin de kavuşmasını çok temenni ettiğini belirterek, bu makâma epeyce gıpta ettiğini gösteren ilginç sözler sarfetmiştir:
"Bil ki, Hâtemü'l-evliyâ Muhammed Aleyhisselâm'ın has velâyetini hatmeden, Muhammedî sûretlerden bir sûret olan kimsedir. Unsurî varlığından önce velî olduğunu bilmede, Hâtemü'r-rüsul hükmü de onun hükmündeydi. İnsânî kemâlle ilgili küllî Muhammedî hakîkat, nübüvvet mertebesinde onun tecellî ettiği en kâmil mazhara vâcip kılındığı gibi, velâyet mertebesinde de onun tecellî ettiği en kâmil mazhara vâcip kılınmıştır. Bu iki Hatm'in velâyet mertebesinde tek bir hakîkati tasvir etmesi uzak olmaz. Daha doğrusu; 'Ben velîler arasında ancak velâyetim ve Hatmiyyet'imle âlim oldum.' diyebilmek ancak ikisi için mümkündür. Bu, unsûrî vârlıktan önce meydana gelince, diğer velîler (onun) en kâmil vâris oluşuna muhâlefet de edemez. Zîrâ onlar ancak O'nun ahlâkıyla ahlâklandıktan, sıfatlarıyla vasıflandıktan sonra velî olmuşlardır.
Keşke bu tıpkı Hâtem gibi, bizâtihî onlar için de geçerli olsaydı! 'Zâtiyyet' yalnız onlar (Hâtemü'l-enbiyâ' ve Hâtemü'l-evliyâ') için geçerli olmasaydı, onu kazanmak belki onlar için de mümkün olabilirdi.
'Allah'ın 'Velî' ve 'Hamîd' isimlerini mevcut kılmak' sözü, bu sıfatların insânî velâyetin Hatm'ine göre tek bir kimseye yönlendirilmesiyle ilgilidir. Zîrâ 'Velî' ve 'Hamîd'le isimlenmek de bu Hâtem'in özünde ve başka bir şeyle değil; Hakk'ın varlığıyla, Zât'ıyla, sıfatlarıyla ve isimleriyle meydana gelen velâyetinde gerçekleşir." ("Meşâriku'n-Nusûs el-Bâhis 'an Ğavâmizi'l-Fusûs"; Es'ad Efendi, nr.: 1539, vr. 35b-36a.)