Hâtemü’n-Nübüvve ve Hâtemü’l-Velâye’nin Mâhiyeti:
Saîdüddin Fergânî -kuddise sırruh-Hazretleri “el-Mukaddimâtü lil’l-Fergânî” isimli eserinde Hâtemü’n-nübüvve ile Hâtemü’l-velâye’nin mâhiyetini ve ümmetin bu iki Hâtem’inin peygamberler ve veliler arasındaki durumunu beyan etmek üzere şöyle buyurmuşlardır:
“Resul -sallallahu aleyhi ve sellem- sûreti yönünden her ne kadar bütün peygamberlerden sonra ise de, hakikati bakımından onlardan öncedir.
Nitekim şöyle buyurmuştur:
“Biz sonra gelenleriz, fakat öncüleriz.” (Buhârî, Enbiyâ: 54)
Yine şöyle buyurmuştur:
“Âdem henüz su ile toprak arasında iken peygamber idim.” (Tirmizî, Menâkıb: 1)
Başka bir rivayette ise:
“Ruh ile cesed arasında iken...” buyurmuştur. (Ahmed bin Hanbel)
Yani Rûhu’l-âzam’ın nübüvveti onların ruhlarının mevcudiyetinden önce olduğu için, o henüz ne ruh, ne de cesed idi. İşte bu mânâyı idrak eden bir kimse, Hatmü’n-nübüvve’nin sırrını kavrayabilir.”
“Bu dairenin hakikati, nübüvvetin hâmili olan Rûhu’l-âzam’dır. Onun bidâyeti peygamberler noktasının ilki olup, peygamberlerin vücudları noktasında devrederek hareket etmiş ve bidâyetine aksederek nihâyete ermiştir. Zira bu, farklı olan Muhammedî noktadır. Nitekim Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-nübüvveti tek tuğlası eksik bir duvara benzetmiştir. Bu onun vücududur ve onunla da bu mânâya işaret etmiştir.”
“İlâhi haberler bakımından nübüvvet hitâma ermiştir; Muhammed Aleyhisselâm’dan sonra herhangi bir peygamber gelmeyecektir. Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in ümmetinden olan velilerin nefisleri onun nübüvvetinin tasarrufunu taşıdıkları için, velâyet ve tasarruf bakımından ise devam etmektedir. O kıyamet kopuncaya kadar, halktan Hakk’a onlarla tasarruf edecektir.
Şu hale göre velâyet kapısı açıktır, kapanan yalnız nübüvvet kapısıdır.
Veli’nin doğruluğunun alâmeti, zâhirde Nebi’ye tâbi olmasıdır. Çünkü her ikisi de tasarrufunu tek bir kaynaktan alır. Veli her zaman Peygamber’in tasarrufuna mazhardır, tek bir kişi (Hâtemü’l-evliyâ) dışında (ona) tasarrufta bulunamaz. İşte bu cihete göre de tâbilerinden bazıları, Peygamber Aleyhisselâm’a has kılınanla ilgili olarak, onun nefsinden hikaye yoluyla sözedip; tasarrufta bulunmasından dolayı en yüksek menzili, Peygamber’den onun nefsine indirir.”
“Zira Nübüvvet hariçte peygamberlerin vücudu noktalarında birleşen bir daire meydana getirip, Muhammedî noktanın vücudu ile tamamlandığı gibi; velâyet de hariçte velilerin vücudları noktalarında birleşen bir daire meydana getirerek, velâyeti hatmeden noktanın vücudu ile tamamlanır. Dolayısıyla Hâtemü’l-evliyâ, zikri geçen şeye göre Hâtemü’l-enbiyâ’dan başka bir şey olmaz; kıyamet de onun üzerine kopar.
Nebi ile veli arasındaki fark da, bahsedilen şeyden dolayı zuhur etmiştir. Ona yakışan ancak Peygamber’e tâbiliktir. ‘Velâyet nübüvvet’ten üstündür.’ sözü mutlak anlamda değil, kayıtlı mânâda sahihtir. O da; ‘Peygamber’in velâyeti mütebeyyin değil, şer’i olan nübüvvetinden daha üstündür.’ demektir. Çünkü şer’i nübüvvet vaktin maslahatı ile alakalıdır; velâyet ve peygamberlere âit olan nübüvvet ise mutlaktır ve her ikisi de vakitle alakanın dışındadır.” (el-Mukaddimâtü li’l-Fergânî; Ayasofya, no: 1898, 11a-13b yaprağından naklen.)
Saîdüddin Fergânî -kuddise sırruh-Hazretleri “el-Mukaddimâtü lil’l-Fergânî” isimli eserinde Hâtemü’n-nübüvve ile Hâtemü’l-velâye’nin mâhiyetini ve ümmetin bu iki Hâtem’inin peygamberler ve veliler arasındaki durumunu beyan etmek üzere şöyle buyurmuşlardır:
“Resul -sallallahu aleyhi ve sellem- sûreti yönünden her ne kadar bütün peygamberlerden sonra ise de, hakikati bakımından onlardan öncedir.
Nitekim şöyle buyurmuştur:
“Biz sonra gelenleriz, fakat öncüleriz.” (Buhârî, Enbiyâ: 54)
Yine şöyle buyurmuştur:
“Âdem henüz su ile toprak arasında iken peygamber idim.” (Tirmizî, Menâkıb: 1)
Başka bir rivayette ise:
“Ruh ile cesed arasında iken...” buyurmuştur. (Ahmed bin Hanbel)
Yani Rûhu’l-âzam’ın nübüvveti onların ruhlarının mevcudiyetinden önce olduğu için, o henüz ne ruh, ne de cesed idi. İşte bu mânâyı idrak eden bir kimse, Hatmü’n-nübüvve’nin sırrını kavrayabilir.”
“Bu dairenin hakikati, nübüvvetin hâmili olan Rûhu’l-âzam’dır. Onun bidâyeti peygamberler noktasının ilki olup, peygamberlerin vücudları noktasında devrederek hareket etmiş ve bidâyetine aksederek nihâyete ermiştir. Zira bu, farklı olan Muhammedî noktadır. Nitekim Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-nübüvveti tek tuğlası eksik bir duvara benzetmiştir. Bu onun vücududur ve onunla da bu mânâya işaret etmiştir.”
“İlâhi haberler bakımından nübüvvet hitâma ermiştir; Muhammed Aleyhisselâm’dan sonra herhangi bir peygamber gelmeyecektir. Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in ümmetinden olan velilerin nefisleri onun nübüvvetinin tasarrufunu taşıdıkları için, velâyet ve tasarruf bakımından ise devam etmektedir. O kıyamet kopuncaya kadar, halktan Hakk’a onlarla tasarruf edecektir.
Şu hale göre velâyet kapısı açıktır, kapanan yalnız nübüvvet kapısıdır.
Veli’nin doğruluğunun alâmeti, zâhirde Nebi’ye tâbi olmasıdır. Çünkü her ikisi de tasarrufunu tek bir kaynaktan alır. Veli her zaman Peygamber’in tasarrufuna mazhardır, tek bir kişi (Hâtemü’l-evliyâ) dışında (ona) tasarrufta bulunamaz. İşte bu cihete göre de tâbilerinden bazıları, Peygamber Aleyhisselâm’a has kılınanla ilgili olarak, onun nefsinden hikaye yoluyla sözedip; tasarrufta bulunmasından dolayı en yüksek menzili, Peygamber’den onun nefsine indirir.”
“Zira Nübüvvet hariçte peygamberlerin vücudu noktalarında birleşen bir daire meydana getirip, Muhammedî noktanın vücudu ile tamamlandığı gibi; velâyet de hariçte velilerin vücudları noktalarında birleşen bir daire meydana getirerek, velâyeti hatmeden noktanın vücudu ile tamamlanır. Dolayısıyla Hâtemü’l-evliyâ, zikri geçen şeye göre Hâtemü’l-enbiyâ’dan başka bir şey olmaz; kıyamet de onun üzerine kopar.
Nebi ile veli arasındaki fark da, bahsedilen şeyden dolayı zuhur etmiştir. Ona yakışan ancak Peygamber’e tâbiliktir. ‘Velâyet nübüvvet’ten üstündür.’ sözü mutlak anlamda değil, kayıtlı mânâda sahihtir. O da; ‘Peygamber’in velâyeti mütebeyyin değil, şer’i olan nübüvvetinden daha üstündür.’ demektir. Çünkü şer’i nübüvvet vaktin maslahatı ile alakalıdır; velâyet ve peygamberlere âit olan nübüvvet ise mutlaktır ve her ikisi de vakitle alakanın dışındadır.” (el-Mukaddimâtü li’l-Fergânî; Ayasofya, no: 1898, 11a-13b yaprağından naklen.)