HÂTEM-İ VELİ HAKKINDA RESULULLAH -SALLALLAHU ALEYHİ VE
SELLEM- EFENDİMİZ’İN HADİS-İ ŞERİF’LERİ VE ONA VÂRİS OLAN VEKİLLERİNİN
İFŞAATLARI (43)
SADREDDİN MAHMUD KONEVÎ -kuddise sırruh-
Muhammedî Velâyet’i Elinde Bulunduran
Tâife:
Sadreddin Konevî -kuddise sırruh- Hazretleri
“Tebsıretü’l-Mübtedî” ve “Tezkîretü’l-Müntehî” isimli eserinde;
velîler arasında Hatemü’l-enbiyâ Aleyhisselâm’ın has velâyetine vâris kılınıp,
onun “Kardeşlerim!” hitâbına mazhar olan, peygamberlerle neredeyse aynı
seviyede bulunan ve irşad için gönderilerek, ilâhî hücceti ayakta tutmakla
vazifeli kılınan bir tâife bulunduğuna dikkati çekerek, Hâtemü’l-evliyâ olan
zâtın ve “Bayraklılar ashâbı”nın ulvî vasıflarından sözetmiştir:
“Ümmet-i Muhammed velîlerinin kâmillerinden olan,
kendilerine ‘Enbiyâ-yı evliyâ’ (Peygamberler gibi olan velîler) denilen ulu bir
tâifenin, Muhammedî kuşatıcılığa mahsus olan zevklerden nasîbi vardır. İşte
Mustafâ -sallallahu aleyhi ve sellem-in gerçek halifeleri, vârisleri ve
kardeşleri de onlardır.
Bu tâife hakkındaki husûsî işâret;
‘Benden sonraki ihvânımla karşılaşmayı özlüyorum!’
buyruğudur.
Onlarla ilgili olarak şöyle buyurulmuştur:
‘Yarattıklarımızdan öyle bir topluluk da vardır ki, onlar
Hakk’a iletirler ve Hakk ile hüküm verirler.’(A’râf:
181)
Onlar o kimselerdir ki; yükseldikleri zaman da istifâde
edilirler, indirildikleri zaman da fayda verirler.
Zira geriye döndürülen velîler kâinât ve hâdiselerle ilgili
zulümâtı giderirler, zaman ve mekânı onlar hakkında ta’y ederler ve onları
onlardan alırlar:
‘Biz hakkı bâtılın tepesine şiddetle atarız da, onun beynini
parçalar. Bir de görürsün ki bâtıl yok olup gitmiştir.’ (Enbiyâ:
18)
Bu ulu tâifeye vekâlet hil’atını giydirirler ve böylece hilâfet
kürsüsüne oturturlar. Onların hükmü memleketi tutmuş olur.
‘De ki: Benim yolum budur. Ben Allah’a dâvet ediyorum. Ben
ve bana tâbi olanlar basîret üzerindeyiz.’ (Yusuf:
108)
‘İnsanları Allah’a dâvet eden, kendisi de sâlih amel işleyen
ve ‘Doğrusu ben müslümanlardanım!’ diyen kimseden daha güzel sözlü kim
olabilir?’ (Fussilet: 33)
Emîrü’l-mü’minîn Ali -radiyallahu anh- uzun bir makâle-i
haydarânelerinde onların makâmından haber vererek şöyle
buyururlar:
‘Yeryüzü Allah’ın hüccetini kâim kılandan hâlî kalmaz. O ya
açıktır ya da gizlidir. Böylece Allah’ın delil ve âyet’leri iptal olmaz. Nice az
kimseler değer bakımından daha büyüktür. Onların kendileri görülmez, fakat
misâlleri kalplerdedir.’
Şer’î nübüvvetin bir başka şeklini onlara âyân ve der-meyân
ederler. Zirâ o kapı kapanmıştır.
‘Muhammed içinizden herhangi bir adamın babası değil, o
ancak Allah’ın resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur.’ (Ahzâb:
40)
Onun hâricinde, bütün ilâhî zevklerden ve peygamberlerin
keşiflerden nasibdâr olurlar.” (Tebsıretü’l-Mübtedî ve
Tezkîretü’l-Müntehî; s. 84-87)
Süleymaniye Kütüphanesi, Ayasofya; 1691/2 no’da kayıtlı bulunan
“Tebsıretü’l-Mübtedî” isimli eserinin ilk yaprağı.
Hatmiyyet’in Sırrı:
Sadreddin Konevî -kuddise sırruh- Hazretleri
“Fusûsu’l-Hikem” deki gizli mânâları beyan etmek maksadıyla yazdığı
“Fukûk fî Esrâri Müstedenâti Hikemi’l-Fusûs” isimli eserinde, Hatemiyyet
mertebesinde sonun başlangıç ile birleşeceğine işaret ederek şöyle
buyurmuştur:
“Bu noktada Hatmiyyet sırrının zikredilmesi şart
olmuştur. Çünkü varlık dairesi insânî makamda sona erer ve son başlangıç ile
birleşir. Hatmî mertebelerin ihâtâ ve ihtivâsı kemâl derecededir. Çünkü bu
mertebelerin sonuncusunun muhtevâsı, mânâ ve sûret, sıfat ve hüküm bakımından
tamdır.” (Fukûk fî Müstenedâti Hikemi’l-Fusûs, s. 29)
Velâyet’in Hatemiyyet’ine Vâris Olan
Kul:
Şeyh Sadreddin Konevî -kuddise sırruh- Hazretleri
“İ’câzü’l-Beyân fî Te’vîli’l-Ümmi’l-Kur’ân” isimli eserinde ise,
hilâfet-i Muhammediyye’nin zâhirinin Mehdi Aleyhisselâm’la, bâtınının İsâ
Aleyhisselâm’la sona ermesi gibi; velâyet-i Muhammediyye’nin de Hâtemü’l-evliyâ
olan zâtla sona ereceğini haber vermektedir:
“Allah Peygamber Aleyhisselâm’ın bu ümmetin içindeki
zâhirî hilâfetini Mehdî ile; umûmî hilâfetini ise İsâ bin Meryem Aleyhisselâm’la
hatmedecektir.
Hatmü’n-nübüvve, kulluk mertebesinde efendiliği elinde
bulunduran ulûhiyyet mertebesi’ne has kılındığı için;
Hatmü’l-velâyeti’l-Muhammediyye’yi ise Allah, Zât ve ulûhiyyet arasında sâbit
olan ‘Berzah’lık mertebesi’ne hak kazanan kimseye tahsis etmiştir."
Şu hale göre Allah, tahsise mazhar olmuş vâris kullarından
kâmilleri de, cem’ü’l-cem mertebesinin mazharı olan kuluyla hatmedecektir. O kul
gibi cem edici kimse yoktur ve kendisinden sonra hiç kimse onun vâris olduğu
şeyi elde edemeyecektir. Bütün hükümleri ihtivâ eden ‘Hir’lik’; yani ‘Son’luk
kemâli ona âittir. Bu sebepledir ki Mevlâ’sından başkası onu bilemez.
Allah bu kulunun dışındaki diğer kimseler için hâsıl olan
tecellîlerini Zâtî tecellîsi ile hatmetmiştir. Bu tecellinin zuhûr etmesiyle,
Allah’a sülûk edenlerin seyri de hitâma ermiştir.
Dolayısıyla Allah, küllî makamların hepsine bir bitiş; o
makâmın kendisiyle kemâle ulaştığı ve izhâr edilip ortaya çıkarıldığı bir sır
tahsis etmiştir. Şâyet meseleyi uzatmış olmasaydım, ana makamları ve bunların
kiminle hatme ereceğini de açıklardım. Fakat hatırlatmak ve ikâz etmek için bu
noktada tek bir temsil sundum. Bu temsilde dahî, bu ilâhî zevke ortak olan en
büyük akıl sâhipleri için yeterli bir bilgi vardır.
Allah’ın gizlemek istediği bir şeyi izhâr etmek mümkün
değildir.
Nitekim Allah şöyle buyurmuştur:
‘Size ilimden pek az bir şey verilmiştir.’ (İsrâ:
85)
Allah hakkı söyleyen ve doğru yola iletendir.”
(İ’câzü’l-Beyân fî Te’vîli’l-Ümmi’l-Kur’an; s. 483-484)