Hâtemü’r-Rüsûl ve Hâtemü’l-Evliyâ’nın,
Nebî ve Velîlere Kaynak Olan Hakîkati:
Sâ’inüddîn Ali et-Türkî -kuddise sırruh- Hazretleri “Matlâ’u’l-Fusûsu’l-Kelîm” adlı eserinde, tasavvuf dilinde “Hakîkat-ı Muhammediyye” ve “Ta’ayyün-i evvel” gibi isimlerle adlandırılan Hâtemü’r-rüsul ve Hâtemü’l-evliyâ’nın aslının, Allah-u Teâlâ tarafından ilk açığa çıkarılan şey olduğunu ortaya koymuş; peygamberlere ve velîlere akseden nûr şûlelerinin bu asıldan nüksettiğini beyan buyurmuştur:
“Bu ilim ancak Hâtemü’r-rüsul ve Hâtemü’l-evliyâ’ya verilmiştir. Çünkü diğer (ilimler) O’nu bilmenin ‘ayn’ı hakkında cehâlete düşürmesi ve ‘İdrakten âciz olmanın da yine bir idrak olduğu’nu bildirmesi yönünden, O’na dâir gizliliklerin muktezâsını bilmenin ve bundan başkasını izhâr etmekten câhil düşmenin âsârını bildirdiği gibi; onların da her ikisi cüz’iyyâtı ve külliyâtıyla, kemâlinin, sûretinin ve ta’ayyünlerinin buluşmasına eriştiren hakîkatler ve ma’rifetler husûsunda birbirine kavuşturucu, kuşatıcılıkların iliştiği ve zıtlıkların birleştiği tek bir hazîredir. Bu hazîre ıstılâh dilinde ‘Mutlak kımıldanış’ veyâ “Ta’ayyün-i evvel’; yâni ‘İlk açığa çıkan şey’ diye isimlendirilir. Bu îtibarla ona, Hakk’tan ona verilen bu ma’rifetin isnâd edildiği tek bir kemâlin hakîkati olan ‘Hakîkat-ı Muhammediyye’ de denilir.
Bunun içindir ki nebî ve resullerden herhangi birinin onu Hâtemü’r-resul mişkâtından gördüğü, velîlerden herhangi birinin de onu ancak Hâtemü’l-velî mişkatından gördüğü söylenir. Bu ilim, zamânî devirlerin değişmesiyle hükümleri değişmeyen, velâyet kuşatıcılıklarına ve nûrların şûlelerine dâir tahsis edilenlerin meydana getirdiği türlerin bitmesiyle de kesilip bitmeyen mânevî kemâllerden ve küllî hakîkatlerden meydana geldiği vakit, her şûle ondan zuhûr etmiş; onun Hâtem’inin mişkâtından iktibâs edilen bu velâyet’in ‘ayn’ından meydana gelmiştir.” (“Matlâ’u’l-Fusûsu’l-Kelîm”; Hâlet Efendi, nr.: 265, 39b-40a vr.)
Nebî ve Velîlere Kaynak Olan Hakîkati:
Sâ’inüddîn Ali et-Türkî -kuddise sırruh- Hazretleri “Matlâ’u’l-Fusûsu’l-Kelîm” adlı eserinde, tasavvuf dilinde “Hakîkat-ı Muhammediyye” ve “Ta’ayyün-i evvel” gibi isimlerle adlandırılan Hâtemü’r-rüsul ve Hâtemü’l-evliyâ’nın aslının, Allah-u Teâlâ tarafından ilk açığa çıkarılan şey olduğunu ortaya koymuş; peygamberlere ve velîlere akseden nûr şûlelerinin bu asıldan nüksettiğini beyan buyurmuştur:
“Bu ilim ancak Hâtemü’r-rüsul ve Hâtemü’l-evliyâ’ya verilmiştir. Çünkü diğer (ilimler) O’nu bilmenin ‘ayn’ı hakkında cehâlete düşürmesi ve ‘İdrakten âciz olmanın da yine bir idrak olduğu’nu bildirmesi yönünden, O’na dâir gizliliklerin muktezâsını bilmenin ve bundan başkasını izhâr etmekten câhil düşmenin âsârını bildirdiği gibi; onların da her ikisi cüz’iyyâtı ve külliyâtıyla, kemâlinin, sûretinin ve ta’ayyünlerinin buluşmasına eriştiren hakîkatler ve ma’rifetler husûsunda birbirine kavuşturucu, kuşatıcılıkların iliştiği ve zıtlıkların birleştiği tek bir hazîredir. Bu hazîre ıstılâh dilinde ‘Mutlak kımıldanış’ veyâ “Ta’ayyün-i evvel’; yâni ‘İlk açığa çıkan şey’ diye isimlendirilir. Bu îtibarla ona, Hakk’tan ona verilen bu ma’rifetin isnâd edildiği tek bir kemâlin hakîkati olan ‘Hakîkat-ı Muhammediyye’ de denilir.
Bunun içindir ki nebî ve resullerden herhangi birinin onu Hâtemü’r-resul mişkâtından gördüğü, velîlerden herhangi birinin de onu ancak Hâtemü’l-velî mişkatından gördüğü söylenir. Bu ilim, zamânî devirlerin değişmesiyle hükümleri değişmeyen, velâyet kuşatıcılıklarına ve nûrların şûlelerine dâir tahsis edilenlerin meydana getirdiği türlerin bitmesiyle de kesilip bitmeyen mânevî kemâllerden ve küllî hakîkatlerden meydana geldiği vakit, her şûle ondan zuhûr etmiş; onun Hâtem’inin mişkâtından iktibâs edilen bu velâyet’in ‘ayn’ından meydana gelmiştir.” (“Matlâ’u’l-Fusûsu’l-Kelîm”; Hâlet Efendi, nr.: 265, 39b-40a vr.)