Hâtemü’l-Enbiyâ’nın Hazînesine Tâyin Edilen Hazîneci:
Dâvud el-Kayserî -kuddise sırruh- Hazretleri “el-Matlâu Husûsu’l-Kelîm fî Meânî Fusûsu’l-Hikem” adlı eserinin bir başka noktasında, tıpkı hazînenin başına tâyin edilen bir hazîneci gibi, Hâtemü’l-evliyâ’nın da Hâtemü’l-enbiyâ Aleyhisselâm’ın ilim ve velâyet hazînesinin başına tâyin edildiğini beyan buyurmuştur:
“Bil ki peygamberler, Hakk’ın birtakım isimlerinin mâhiyetlerine mazhardırlar. Bunlar, toplayıp birleştirici olan ve hakîkat-ı Muhammediyye’nin mazharı bulunan ‘İsm-i âzam’ın içine dâhildirler. Zâten onun ümmeti de, bunun için ümmetlerin en hayırlısı ve kıyâmet gününde onların üzerine şâhidler olmuşlardır. Zîrâ Resu-lullah Aleyhisselâm, onları onların mertebelerine göre tezkiye etmiştir.
Peygamber Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
‘Ümmetimin âlimleri benî İsrâil’in peygamberleri gibidir.’ (Keşfü’l-Hafâ)
Nübüvvet ve risâletin, onun -sallallahu aleyhi ve sellem- makâmından alınma durumu ortaya konulunca; onun risâlet ve nübüvvet mertebesi, bâtını olan velâyet mertebesine bırakılır ve böylelikle o, her iki mertebeyi de hatmetmiş olur. Çünkü onun (velâyetin) sona ermesi mümkün değildir. Bu mertebe, kendileri için herhangi bir şeyin meydana gelmesini sağlayan istidatları nisbetinde, velîlerin içinde zuhûr eder. Tâ ki bu şey, tam şekliyle zuhûruna erişinceye kadar... O da, ona istidâdı olan ve ‘Hâtemü’l-evliyâ’ diye murâd edilen kimsedir.
Bu mertebenin sâhibi, toplayıp birleştirici olan ismin mazharı olduğu için, bâtın yönüyle Hâtemü’r-rüsul’dür. Allah’ın, halka bir mertebe altında, birtakım isimler hicâbının gerisinden tecellî etmesi nasılsa; bu Hatm’e gayb âleminden, halk için ‘Hâtemü’l-evliyâ’ sûretinde tecellî etmesi de öyledir. Peygamberlerin ve velîlerin hepsi velâyet sâhibi olduğu, o ise onun bütününe mazhar olduğu için; tam velâyetin mazharı işte bu Hâtem olur ve her tahsis onun toplayıcı makâmından meydana gelir.
Hâtemü’r-rüsul Hakk’ı başka bir mertebeden değil, ancak kendi velâyet mertebesinden görür ve (bundan dolayı) kendisi için herhangi bir noksanlık meydana gelmez. Onun misâli tıpkı hazînecininki gibidir. Hazîneye bağlı olanlara Sultan’ın emriyle herhangi bir şey verince, (bu) sultan için de böyle olur; sultan da diğer bağlıları gibi (hazînesini) ondan alır ve herhangi bir noksanlığa uğramaz.” (“el-Matlâu Husûsu’l-Kelîm fî Meânî Fusûsu’l-Hikem”, Şehid Ali Paşa, nr.: 1242; 28a-28b yaprağı)
Dâvud el-Kayserî -kuddise sırruh- Hazretleri “el-Matlâu Husûsu’l-Kelîm fî Meânî Fusûsu’l-Hikem” adlı eserinin bir başka noktasında, tıpkı hazînenin başına tâyin edilen bir hazîneci gibi, Hâtemü’l-evliyâ’nın da Hâtemü’l-enbiyâ Aleyhisselâm’ın ilim ve velâyet hazînesinin başına tâyin edildiğini beyan buyurmuştur:
“Bil ki peygamberler, Hakk’ın birtakım isimlerinin mâhiyetlerine mazhardırlar. Bunlar, toplayıp birleştirici olan ve hakîkat-ı Muhammediyye’nin mazharı bulunan ‘İsm-i âzam’ın içine dâhildirler. Zâten onun ümmeti de, bunun için ümmetlerin en hayırlısı ve kıyâmet gününde onların üzerine şâhidler olmuşlardır. Zîrâ Resu-lullah Aleyhisselâm, onları onların mertebelerine göre tezkiye etmiştir.
Peygamber Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
‘Ümmetimin âlimleri benî İsrâil’in peygamberleri gibidir.’ (Keşfü’l-Hafâ)
Nübüvvet ve risâletin, onun -sallallahu aleyhi ve sellem- makâmından alınma durumu ortaya konulunca; onun risâlet ve nübüvvet mertebesi, bâtını olan velâyet mertebesine bırakılır ve böylelikle o, her iki mertebeyi de hatmetmiş olur. Çünkü onun (velâyetin) sona ermesi mümkün değildir. Bu mertebe, kendileri için herhangi bir şeyin meydana gelmesini sağlayan istidatları nisbetinde, velîlerin içinde zuhûr eder. Tâ ki bu şey, tam şekliyle zuhûruna erişinceye kadar... O da, ona istidâdı olan ve ‘Hâtemü’l-evliyâ’ diye murâd edilen kimsedir.
Bu mertebenin sâhibi, toplayıp birleştirici olan ismin mazharı olduğu için, bâtın yönüyle Hâtemü’r-rüsul’dür. Allah’ın, halka bir mertebe altında, birtakım isimler hicâbının gerisinden tecellî etmesi nasılsa; bu Hatm’e gayb âleminden, halk için ‘Hâtemü’l-evliyâ’ sûretinde tecellî etmesi de öyledir. Peygamberlerin ve velîlerin hepsi velâyet sâhibi olduğu, o ise onun bütününe mazhar olduğu için; tam velâyetin mazharı işte bu Hâtem olur ve her tahsis onun toplayıcı makâmından meydana gelir.
Hâtemü’r-rüsul Hakk’ı başka bir mertebeden değil, ancak kendi velâyet mertebesinden görür ve (bundan dolayı) kendisi için herhangi bir noksanlık meydana gelmez. Onun misâli tıpkı hazînecininki gibidir. Hazîneye bağlı olanlara Sultan’ın emriyle herhangi bir şey verince, (bu) sultan için de böyle olur; sultan da diğer bağlıları gibi (hazînesini) ondan alır ve herhangi bir noksanlığa uğramaz.” (“el-Matlâu Husûsu’l-Kelîm fî Meânî Fusûsu’l-Hikem”, Şehid Ali Paşa, nr.: 1242; 28a-28b yaprağı)