Hâtemü'l-Evliyâ'nın
"Sultânî Ruh"la, "Vahdet Sırrı"na Erişenlere İstimdâdı:
Bandırmalı-zâde Seyyid Hâşim el-Üsküdârî -kuddise sırruh- Hazretleri gönlüne doğan İlâhî tecellîleri biraraya topladığı "Vâridât-ı Mensûre" adlı eserinde; mâden, bitki ve hayvanların sûretlerinin zuhûrunun ne şekilde gerçekleştiğini izâh ederek, insan dâiresine ulaşıp insan sûretini elde eden kimselerin tecelliyât-ı İlâhî'ye mazhar olup, Hâtemü'l-evliyâ tarafından Rabbânî feyz ve Sultânî rûh'un erişmesiyle "Vahdet" sırrına mazhar kılındıklarını haber vermiştir:
"Ne zaman ki mevâlid-i sülüse (bitki, hayvan ve mâdenler) ve dört unsuru birarada toplayan insan, sûretinde zâhiren ve bâtınen terakkî eylese, insanın ufku olan yeni bir kimse sûretinde tecellî zuhûr eder, tam mazhar olur. Ne zaman ki ma'nevî sûretler mâdeninden arındırıp çıkarsalar mâdenlerin sûretinden bir sûrette tecellî eder, onun için kimi toprağa ve kimi cevherlerden bir cevhere dönüşür.
Ve eğer bu vâdîden kurtulup, nebât dâiresine erişip mânevî sûretlerini o vâdîden arındırırsa, o zaman da nebât sûretlerinden bir sûrette tecellî zuhûr eder, onun içindir ki kimi çiçeklere ve kimi nebâtâttan bir nebâta (bitkiye), yâhud bir ağaca dönüşür.
Ve eğer bu vâdîden kurtulup, hayvan dâiresine erişip, mânevî sûretlerini o vâdîden kurtarsalar, o zaman hayvan sûretlerinden bir sûrette tecellî zuhûr eder, onun içindir ki kimi kediye, kimi parsa, kimi maymuna ve kimi hınzıra ve kimi öküze ve kimi de hayvanlardan başka bir hayvana dönüşür.
Ve eğer bu vâdîden kurtulup, insan dâiresine erişip mânevî sûretlerini insan ederlerse aslının sûretinde tecellî zuhûr eder, o zaman kimi: 'Ene'l-Hakk' = 'Ben Hakk'ım!' ve kimi: 'Sübhânî mâ-a'zame şa'nî' = 'Kendimi tesbih ederim, şânım ne kadar yücedir!' ve kimi: 'Leyse fî cübbetî sivâ'll'ah' = 'Cübbemin içinde Allah'tan gayrısı yoktur!' deyip; Zât'ı, sıfatları ve fiilleri nefsine tahsîs eder. İşte o zaman da Rûh-i Muhammedî'nin mazharı, meded-i Ahmedî'nin vârisi, 'âlemin mürşidi Hâtemü'l-evliyâ tarafından Rabbânî feyz ve Sultânî rûh erişip o vâdîden kurtulursa, 'Vahdet' sırrına erişip her vâdîden ve sûretten Zâtî tecellî zuhûr edip, her yüzden görünen, her gönülde söyleyen, her kulakta işiten, her elde tutan, her ayakta yürüyen ve her gönülde sır saklayan kimdir, bilir.
Sonra, hemen:
'Yüzünüzü hangi cihete çevirirsiniz çevirin, Allah'ın vechi oradadır.' (Bakara: 115)
Âyet'i ile;
'O hem Evvel'dir, hem Âhir'dir, hem Zâhir'dir, hem Bâtın'dır.' (Hadîd: 3)
Sırrı zuhûr edip, 'Cem'u'l-cem''in 'aynında fenâ bulup; bayram edenle Bayram edilen, secde edenle Secde edilen, zikredenle Zikredilen, Mürşid'in kalbininin nihâyetinde mi'râc edip, Ehadiyyet'in koyu karanlığında mahv olup, Mürşid'in nefesiyle yoldaş olur. İşte seyr-ü sülûkun nihâyeti budur, hemen Mürşid izinden yüzünü ve gözünü döndürmeyen iki 'âlemde de selâmet bulur.
Kimsesizliğin sâhibi bî-çâre Hâşim'in bildiği budur." ("Vâridât-ı Mensûre", Millet Ktp. Ali Emîrî, Manzum, Mecmû'a, nr.: 737, vr. 154b-155a)
| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |
Copyright ©2015 HAKİKAT. All Rights Reserved.
"Sultânî Ruh"la, "Vahdet Sırrı"na Erişenlere İstimdâdı:
Bandırmalı-zâde Seyyid Hâşim el-Üsküdârî -kuddise sırruh- Hazretleri gönlüne doğan İlâhî tecellîleri biraraya topladığı "Vâridât-ı Mensûre" adlı eserinde; mâden, bitki ve hayvanların sûretlerinin zuhûrunun ne şekilde gerçekleştiğini izâh ederek, insan dâiresine ulaşıp insan sûretini elde eden kimselerin tecelliyât-ı İlâhî'ye mazhar olup, Hâtemü'l-evliyâ tarafından Rabbânî feyz ve Sultânî rûh'un erişmesiyle "Vahdet" sırrına mazhar kılındıklarını haber vermiştir:
"Ne zaman ki mevâlid-i sülüse (bitki, hayvan ve mâdenler) ve dört unsuru birarada toplayan insan, sûretinde zâhiren ve bâtınen terakkî eylese, insanın ufku olan yeni bir kimse sûretinde tecellî zuhûr eder, tam mazhar olur. Ne zaman ki ma'nevî sûretler mâdeninden arındırıp çıkarsalar mâdenlerin sûretinden bir sûrette tecellî eder, onun için kimi toprağa ve kimi cevherlerden bir cevhere dönüşür.
Ve eğer bu vâdîden kurtulup, nebât dâiresine erişip mânevî sûretlerini o vâdîden arındırırsa, o zaman da nebât sûretlerinden bir sûrette tecellî zuhûr eder, onun içindir ki kimi çiçeklere ve kimi nebâtâttan bir nebâta (bitkiye), yâhud bir ağaca dönüşür.
Ve eğer bu vâdîden kurtulup, hayvan dâiresine erişip, mânevî sûretlerini o vâdîden kurtarsalar, o zaman hayvan sûretlerinden bir sûrette tecellî zuhûr eder, onun içindir ki kimi kediye, kimi parsa, kimi maymuna ve kimi hınzıra ve kimi öküze ve kimi de hayvanlardan başka bir hayvana dönüşür.
Ve eğer bu vâdîden kurtulup, insan dâiresine erişip mânevî sûretlerini insan ederlerse aslının sûretinde tecellî zuhûr eder, o zaman kimi: 'Ene'l-Hakk' = 'Ben Hakk'ım!' ve kimi: 'Sübhânî mâ-a'zame şa'nî' = 'Kendimi tesbih ederim, şânım ne kadar yücedir!' ve kimi: 'Leyse fî cübbetî sivâ'll'ah' = 'Cübbemin içinde Allah'tan gayrısı yoktur!' deyip; Zât'ı, sıfatları ve fiilleri nefsine tahsîs eder. İşte o zaman da Rûh-i Muhammedî'nin mazharı, meded-i Ahmedî'nin vârisi, 'âlemin mürşidi Hâtemü'l-evliyâ tarafından Rabbânî feyz ve Sultânî rûh erişip o vâdîden kurtulursa, 'Vahdet' sırrına erişip her vâdîden ve sûretten Zâtî tecellî zuhûr edip, her yüzden görünen, her gönülde söyleyen, her kulakta işiten, her elde tutan, her ayakta yürüyen ve her gönülde sır saklayan kimdir, bilir.
Sonra, hemen:
'Yüzünüzü hangi cihete çevirirsiniz çevirin, Allah'ın vechi oradadır.' (Bakara: 115)
Âyet'i ile;
'O hem Evvel'dir, hem Âhir'dir, hem Zâhir'dir, hem Bâtın'dır.' (Hadîd: 3)
Sırrı zuhûr edip, 'Cem'u'l-cem''in 'aynında fenâ bulup; bayram edenle Bayram edilen, secde edenle Secde edilen, zikredenle Zikredilen, Mürşid'in kalbininin nihâyetinde mi'râc edip, Ehadiyyet'in koyu karanlığında mahv olup, Mürşid'in nefesiyle yoldaş olur. İşte seyr-ü sülûkun nihâyeti budur, hemen Mürşid izinden yüzünü ve gözünü döndürmeyen iki 'âlemde de selâmet bulur.
Kimsesizliğin sâhibi bî-çâre Hâşim'in bildiği budur." ("Vâridât-ı Mensûre", Millet Ktp. Ali Emîrî, Manzum, Mecmû'a, nr.: 737, vr. 154b-155a)
| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |
Copyright ©2015 HAKİKAT. All Rights Reserved.