Mu‘înüddîn el-Buhârî -kuddise sırruh- Hazretleri
Hâtemü’l-Evliyâ’nın Ezelî ve Ebedî Olan Velâyeti:
Hâtemü’l-evliyâ’nın ezelî ve ebedî olan “velâyet”inin hangi itibarla bu vasfı kazandığını ise Hazret, kendisine has kâmil üslûbu ile şu şekilde izâh etmiştir:
“Kendi zamanından öncekiler ve kendi zamanından sonrakilerden olanlar birbirleriyle müsâvî olmak üzere; resuller de onu görmek istedikleri vakit ancak Hâtemü’l-evliyâ kandilinden görürler. Şer’î nübüvvet ve risâletten ibaret olan risâlet ve nübüvvetin ikisi de sona ermiştir. Velâyet ise ebediyyen sona ermez. Çünkü nübüvvet, Allah ile ümmet arasında vâsıta olan; O’nunla haberleşip, onları haberdar eden Nebî’ye mahsus bir haberleşmedir. Bu haberin, kulların Allah’a ulaşmasına kendisiyle tevessül edilen bir vesîle olması da sahihtir. Velâyet ise, velînin arada hiçbir vâsıta olmaksızın Allah ile haberleşmesidir. Dolayısıyla bu haberin de (bu yönüyle diğerinden) daha üstün olması sahihtir. Sonra; nübüvvet târif edildiği vakit, resullerin ‘Hâtem’ kemâlâtına sâhip olanından sonra herhangi birine melek inmeyip, bu şerî’ata muhâlif bir şerî’at olmayacağı mânâsıyla sona ermesi de uzak değildir. Velâyet’e gelince; Allah’tan elde edildiği, tecellî, tâlim ve ilhâm edildiği için, O’nun velîlerinden kesilip sona ermesi mümkün olmaz. Çünkü Allah kendisini ‘Nebî’ ve ‘Resûl’ diye isimlendirmemiş, ‘Velî’ ve ‘Hamîd’ diye isimlendirmiştir.” (“Meşâriku’n-Nusûs el-Bâhis ‘an Ğavâmizi’l-Fusûs”; Es’ad Efendi, nr.: 1539, 33b vr.)
Hâtemü’l-Evliyâ’nın Ezelî ve Ebedî Olan Velâyeti:
Hâtemü’l-evliyâ’nın ezelî ve ebedî olan “velâyet”inin hangi itibarla bu vasfı kazandığını ise Hazret, kendisine has kâmil üslûbu ile şu şekilde izâh etmiştir:
“Kendi zamanından öncekiler ve kendi zamanından sonrakilerden olanlar birbirleriyle müsâvî olmak üzere; resuller de onu görmek istedikleri vakit ancak Hâtemü’l-evliyâ kandilinden görürler. Şer’î nübüvvet ve risâletten ibaret olan risâlet ve nübüvvetin ikisi de sona ermiştir. Velâyet ise ebediyyen sona ermez. Çünkü nübüvvet, Allah ile ümmet arasında vâsıta olan; O’nunla haberleşip, onları haberdar eden Nebî’ye mahsus bir haberleşmedir. Bu haberin, kulların Allah’a ulaşmasına kendisiyle tevessül edilen bir vesîle olması da sahihtir. Velâyet ise, velînin arada hiçbir vâsıta olmaksızın Allah ile haberleşmesidir. Dolayısıyla bu haberin de (bu yönüyle diğerinden) daha üstün olması sahihtir. Sonra; nübüvvet târif edildiği vakit, resullerin ‘Hâtem’ kemâlâtına sâhip olanından sonra herhangi birine melek inmeyip, bu şerî’ata muhâlif bir şerî’at olmayacağı mânâsıyla sona ermesi de uzak değildir. Velâyet’e gelince; Allah’tan elde edildiği, tecellî, tâlim ve ilhâm edildiği için, O’nun velîlerinden kesilip sona ermesi mümkün olmaz. Çünkü Allah kendisini ‘Nebî’ ve ‘Resûl’ diye isimlendirmemiş, ‘Velî’ ve ‘Hamîd’ diye isimlendirmiştir.” (“Meşâriku’n-Nusûs el-Bâhis ‘an Ğavâmizi’l-Fusûs”; Es’ad Efendi, nr.: 1539, 33b vr.)