Varlık Mertebelerinin En Son Durağı
"Hâtemü'l-Velâye" Makâmıdır!..
Abdülgânî bin İsmâil en-Nablûsî -kuddise sırruh- Hazretleri "el-Kavlu'l-Metîn fî Beyâni Tevhîdi'l-'Ârifîn" adlı eserinde varlık mertebelerinin yedi olduğunu belirttikten sonra "Hakîkat-ı Muhammediyye" ve "Hakîkat-ı İnsâniyye" mertebeleri arasındaki farka işâret etmiş; bu mânevî fetih ve terakkîlerin en kâmil derecesinin "Hâtemü'l-enbiyâ" ve "Hâtemü'l-evliyâ"da zuhûr ettiğini belirterek, "İnsan-ı kâmil mertebesinin en kâmil makâmı"nın "Hâtemü'l-velâye" mertebesi olduğuna dikkati çekmiştir:
"Varlık mertebelerinin sonuncusu, zikredilen yedi mertebeyi birleştiren mertebedir. Zikrolunan mertebeler iki kısma ayrılır:
Hâdis mertebeler, kadîm mertebeler.
Hâdis mertebeler cismânî mertebelerdir ki, bunlar iki kısımdır: Latîf mertebeler ki, bu, 'Misâl 'âlemi mertebesidir ve Kesîf mertebeler ki, bu da cisimler mertebesidir. Her ikisi de, daha önce belirtildiği üzre terkîbîdir. Nûrânî mertebeler de iki kısımdır; birisi mutlak ve kadîm mertebedir ki, bu 'Ehadiyyet mertebesi'dir. Diğer kısım ise hudutlu ve hâdis mertebedir ki, bu ise 'Mücerred ruhlar mertebesi'dir.
Vahdet mertebesi 'Hakîkat-ı Muhammediyye' mertebesi; Vâhidiyyet mertebesi ise 'Hakîkat-ı insâniyye' mertebesidir. Bu iki mertebe kadîm mertebelerdir. Çünkü bunlar 'Hakîkat-ı Muhammediyye' ve 'Hakîkat-ı insâniyye' mertebeleri olsalar bile, gayb mertebesinin ardından gelen iki İlâhî mertebeye mensupturlar. Bu iki mertebe ise şehâdet ve zuhûr 'âlemini tâkip eder.
Bahsedilen bu yedinci mertebe son İlâhî fetihtir ve bundan sonra, ondan daha büyük bir (mânevî) fetih yoktur. Noksanlığı da, kemâli de kabûl eden mutlak insanın mertebesi işte budur.
Zikredilen bu yedi mertebenin ilki, 'Lâ-zuhûr (zuhûrsuzluk) mertebesi'dir. Bu, külliyyetten uzak olan mutlak mertebedir. Bunun dışındaki altı mertebe ise küllî zuhûr mertebeleridir. Şu hâlde kalan altı mertebenin ilk ilk mertebesi 'Vahdet' ve 'Vâhidiyyet' mertebesidir ki, bunlar 'Hakîkat-ı Muhammediyye' ve 'Hakîkat-ı insâniyye' ile zuhûr ederler, dört mertebe ise kendileriyle zuhûr ederler. İnsan, hüviyetinin himmeti ve kendisiyle kâim olduğu Rabb'inin kudretiyle terakkî edip, zâhir ve bâtın sûretin, Ezelî Kudret'ten kadîm meşî'etinin (irâdesinin) gereğine göre sâdır olan fiiller olduğunu görmekle zâhir ve bâtın sûretini görmez hâle geldiğinde; ona, yâni zikrolunan vasıflarla tavsif edilebilen insana 'İnsan-ı kâmil' denir. Çünkü O'na âit kemâl o insanda zuhûr etmiştir.
Nitekim Allah-u Teâlâ:
'Biz âdemoğullarını üstün bir izzet ve şerefe mazhar kıldık, denizde ve karada onu taşıdık.' buyurmuştur. (İsrâ: 70)
Onlar mertebelerin tümünü biraraya getirmekle şereflenmiş olan bu 'Küllî insan'ın cüzleridir. Bunun sebebi ise, insanın aslî olan ilk mertebeyi cismâniyyet karasında ve rûhâniyyet denizlerinde taşımasıdır.
Zikrolunan bu 'Urûc' (terakkî) ve küllî şeylerin cüzlerindeki mânevî fetih, en kâmil biçimde Peygamber'imizin -sallallahu aleyhi ve sellem- mertebesinde meydana gelmiş ve bu nedenle o, 'Hâtemü'l-enbiyâ'; yâni 'Peygamberlerin sonuncusu' olmuştur. İşte bu terakkiyât ve bu mânevî fetih en kâmil biçimde hangi velînin mertebesinde gerçekleşirse, o da 'Hâtemü'l-evliyâ'; yâni 'Velîlerin sonuncusu' olur. Şu hâle göre o (Hâtemü'n-nübüvve) Makâm-ı Muhammediyye'de nübüvvet makâmının hatmi ve nübüvvetin en kâmil makâmı olduğu gibi; 'Hatmü'l-velâye' makâmı da İnsan-ı kâmil mertebesinin en kâmil makâmıdır." ("el-Kavlu'l-Metîn fî Beyâni Tevhîdi'l-'Ârifîn", s. 40-42, bas.: Mısır, ts.)
| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |
Copyright ©2015 HAKİKAT. All Rights Reserved.
"Hâtemü'l-Velâye" Makâmıdır!..
Abdülgânî bin İsmâil en-Nablûsî -kuddise sırruh- Hazretleri "el-Kavlu'l-Metîn fî Beyâni Tevhîdi'l-'Ârifîn" adlı eserinde varlık mertebelerinin yedi olduğunu belirttikten sonra "Hakîkat-ı Muhammediyye" ve "Hakîkat-ı İnsâniyye" mertebeleri arasındaki farka işâret etmiş; bu mânevî fetih ve terakkîlerin en kâmil derecesinin "Hâtemü'l-enbiyâ" ve "Hâtemü'l-evliyâ"da zuhûr ettiğini belirterek, "İnsan-ı kâmil mertebesinin en kâmil makâmı"nın "Hâtemü'l-velâye" mertebesi olduğuna dikkati çekmiştir:
"Varlık mertebelerinin sonuncusu, zikredilen yedi mertebeyi birleştiren mertebedir. Zikrolunan mertebeler iki kısma ayrılır:
Hâdis mertebeler, kadîm mertebeler.
Hâdis mertebeler cismânî mertebelerdir ki, bunlar iki kısımdır: Latîf mertebeler ki, bu, 'Misâl 'âlemi mertebesidir ve Kesîf mertebeler ki, bu da cisimler mertebesidir. Her ikisi de, daha önce belirtildiği üzre terkîbîdir. Nûrânî mertebeler de iki kısımdır; birisi mutlak ve kadîm mertebedir ki, bu 'Ehadiyyet mertebesi'dir. Diğer kısım ise hudutlu ve hâdis mertebedir ki, bu ise 'Mücerred ruhlar mertebesi'dir.
Vahdet mertebesi 'Hakîkat-ı Muhammediyye' mertebesi; Vâhidiyyet mertebesi ise 'Hakîkat-ı insâniyye' mertebesidir. Bu iki mertebe kadîm mertebelerdir. Çünkü bunlar 'Hakîkat-ı Muhammediyye' ve 'Hakîkat-ı insâniyye' mertebeleri olsalar bile, gayb mertebesinin ardından gelen iki İlâhî mertebeye mensupturlar. Bu iki mertebe ise şehâdet ve zuhûr 'âlemini tâkip eder.
Bahsedilen bu yedinci mertebe son İlâhî fetihtir ve bundan sonra, ondan daha büyük bir (mânevî) fetih yoktur. Noksanlığı da, kemâli de kabûl eden mutlak insanın mertebesi işte budur.
Zikredilen bu yedi mertebenin ilki, 'Lâ-zuhûr (zuhûrsuzluk) mertebesi'dir. Bu, külliyyetten uzak olan mutlak mertebedir. Bunun dışındaki altı mertebe ise küllî zuhûr mertebeleridir. Şu hâlde kalan altı mertebenin ilk ilk mertebesi 'Vahdet' ve 'Vâhidiyyet' mertebesidir ki, bunlar 'Hakîkat-ı Muhammediyye' ve 'Hakîkat-ı insâniyye' ile zuhûr ederler, dört mertebe ise kendileriyle zuhûr ederler. İnsan, hüviyetinin himmeti ve kendisiyle kâim olduğu Rabb'inin kudretiyle terakkî edip, zâhir ve bâtın sûretin, Ezelî Kudret'ten kadîm meşî'etinin (irâdesinin) gereğine göre sâdır olan fiiller olduğunu görmekle zâhir ve bâtın sûretini görmez hâle geldiğinde; ona, yâni zikrolunan vasıflarla tavsif edilebilen insana 'İnsan-ı kâmil' denir. Çünkü O'na âit kemâl o insanda zuhûr etmiştir.
Nitekim Allah-u Teâlâ:
'Biz âdemoğullarını üstün bir izzet ve şerefe mazhar kıldık, denizde ve karada onu taşıdık.' buyurmuştur. (İsrâ: 70)
Onlar mertebelerin tümünü biraraya getirmekle şereflenmiş olan bu 'Küllî insan'ın cüzleridir. Bunun sebebi ise, insanın aslî olan ilk mertebeyi cismâniyyet karasında ve rûhâniyyet denizlerinde taşımasıdır.
Zikrolunan bu 'Urûc' (terakkî) ve küllî şeylerin cüzlerindeki mânevî fetih, en kâmil biçimde Peygamber'imizin -sallallahu aleyhi ve sellem- mertebesinde meydana gelmiş ve bu nedenle o, 'Hâtemü'l-enbiyâ'; yâni 'Peygamberlerin sonuncusu' olmuştur. İşte bu terakkiyât ve bu mânevî fetih en kâmil biçimde hangi velînin mertebesinde gerçekleşirse, o da 'Hâtemü'l-evliyâ'; yâni 'Velîlerin sonuncusu' olur. Şu hâle göre o (Hâtemü'n-nübüvve) Makâm-ı Muhammediyye'de nübüvvet makâmının hatmi ve nübüvvetin en kâmil makâmı olduğu gibi; 'Hatmü'l-velâye' makâmı da İnsan-ı kâmil mertebesinin en kâmil makâmıdır." ("el-Kavlu'l-Metîn fî Beyâni Tevhîdi'l-'Ârifîn", s. 40-42, bas.: Mısır, ts.)
| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |
Copyright ©2015 HAKİKAT. All Rights Reserved.