Nübüvvet ve Velâyet;
Duvarı Tamamlayan Altın ve Gümüş Son İki Tuğla:
Muhammed Mahmûd ed-Dâmûnî -kuddise sırruh- Hazretleri "Cevâhirü'l-Kıdem alâ Fusûsu'l-Hikem"in bir başka noktasında, Hâtemü'r-rusül olan Muhammed Aleyhisselâm'ın kendisini nübüvvet duvarını tamamlayan son tuğla olarak görmesinin mânâsı üzerine eğilerek, onun ancak Zât-ı İlâhî ile mülâkî olması bakımından bir "tâbî" olduğuna dikkati çekmiş; kendisini, aynı duvarı altın ve gümüş iki tuğla ile tamamlamış hâlde gören Hâtemü'l-evliyâ'nın ise, tüm velâyetlerin Hâtem'i olması nedeniyle altın tuğla mahallinde bulunduğunu ifâde ederek, bu "altın" ve "gümüş" tuğla benzetmesinin Hikmet'in zâhir ve bâtına galip gelişini temsil ettiğine işâret etmiştir:
"Bir defasında Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-e peygamberlik, tuğlalardan yapılmış bir yapının duvarı şeklinde temsil olundu.
Nitekim duvar onunla -sallallahu aleyhi ve sellem- tekmil olup tamamlanmıştı. O, kendisini tamamladığı bu binâdan ve bu mekânın en yücesindeki tek bir tuğladan başkasını görmedi. Zikrolunan o duvar, onun etrâfını dönüp tamamladığı, bütün işler hakkında, hiçbir şeye ihtiyaç bırakmayan duvardır.
O öyle bir duvardır ki, Peygamber Aleyhisselâm şu buyruğu ile ona işâret etmiştir:
'Bana cennetin yeryüzünde de misli gösterildi.'
Bu duvar, Nübüvvet duvarından kinayedir ki, Peygamber Aleyhisselâm onun imamı olmuştur.
Ayrıca o, iki gayb mânâsını ve cismânî sûretler içinde rûhâniyyetlerin zuhurunu temsil etmesi bakımından Mescid'in de duvarıdır. İşte Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- risâleti yönünden değil, nübüvveti ve velâyeti bakımından, nübüvvet duvarının kendisiyle tamamlandığı, nübüvvetler ehli üzerindeki en yüksek makamın ve seyyidliğin kendisiyle tamamına eriştiği bu bir tuğladan başkasını görememiştir. Onun tuğlası, şüphesiz bütün tuğlalardan daha yüksek ve yüce idi; onların meziyetlerinin ve mânevî kemâllerinin 'duvar' olması yönünden, vasıfların ve kemâllerin ona ertelenmesiyle tamamlamıştı. O -sallallahu aleyhi ve sellem- bu bir tuğla ile, bütün Enbiyâ'nın ve Rusülü'l-kirâm'ın metbû'u (tâbî olduğu kişi) olduğu için, 'tâbîlik' hükmü nedeniyle öne geçmişti.
O, Cebrâil Aleyhisselâm vâsıtasıyla kendisine vahyedildiği vakit, makam itibariyle değil, Hazret'in yüce Zât'ına mülâkî olmak sûretiyle bir tâbî idi.
Tıpkı Allah-u Teâlâ'nın buyurduğu gibi:
'De ki: Ben ancak bana vahyolunana tâbî olurum!' (A'râf: 203)
Yani ilhamla değil, kelâmla vahyolunana tâbî ve herhangi bir makâmın Hazret'iyle değil, Yüce Hazret-i Zât'la mülâkî olurdu. Nitekim 'gümüş tuğla' tâbiri, Hikmet'in zâhire gâlip geldiğine işâret eder. Buna mukâbil olarak, 'altın tuğla' da Hikmet'in bâtına galebesine işâret eder.
Hâtemü'l-evliyâ'ya gelince; risâlet velâyeti, nübüvvet velâyeti ya da iman velâyeti, risâleti yönünden Resul veli, iman velâyeti yönünden Nebi veli olan, Kâinâtın Seyyid'inin bu kişideki velâyetinin içine dahildir. Zira o, hem risâlet, hem nübüvvet hem de iman velâyetinin Hâtem'idir, hangi kısımla ilgili olursa olsun (mutlak anlamda) o Hâtemü'l-velâye'dir, dolayısıyla o da bu rüyâdan hâlî olmaz." ("Kitâbu Cevâhirü'l-Kıdem alâ Fusûsu'l-Hikem", Süleymâniye Ktp. Reşîd Efendi, nr.: 407, vr. 68a-68b)
| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |
Copyright ©2015 HAKİKAT. All Rights Reserved.
Duvarı Tamamlayan Altın ve Gümüş Son İki Tuğla:
Muhammed Mahmûd ed-Dâmûnî -kuddise sırruh- Hazretleri "Cevâhirü'l-Kıdem alâ Fusûsu'l-Hikem"in bir başka noktasında, Hâtemü'r-rusül olan Muhammed Aleyhisselâm'ın kendisini nübüvvet duvarını tamamlayan son tuğla olarak görmesinin mânâsı üzerine eğilerek, onun ancak Zât-ı İlâhî ile mülâkî olması bakımından bir "tâbî" olduğuna dikkati çekmiş; kendisini, aynı duvarı altın ve gümüş iki tuğla ile tamamlamış hâlde gören Hâtemü'l-evliyâ'nın ise, tüm velâyetlerin Hâtem'i olması nedeniyle altın tuğla mahallinde bulunduğunu ifâde ederek, bu "altın" ve "gümüş" tuğla benzetmesinin Hikmet'in zâhir ve bâtına galip gelişini temsil ettiğine işâret etmiştir:
"Bir defasında Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-e peygamberlik, tuğlalardan yapılmış bir yapının duvarı şeklinde temsil olundu.
Nitekim duvar onunla -sallallahu aleyhi ve sellem- tekmil olup tamamlanmıştı. O, kendisini tamamladığı bu binâdan ve bu mekânın en yücesindeki tek bir tuğladan başkasını görmedi. Zikrolunan o duvar, onun etrâfını dönüp tamamladığı, bütün işler hakkında, hiçbir şeye ihtiyaç bırakmayan duvardır.
O öyle bir duvardır ki, Peygamber Aleyhisselâm şu buyruğu ile ona işâret etmiştir:
'Bana cennetin yeryüzünde de misli gösterildi.'
Bu duvar, Nübüvvet duvarından kinayedir ki, Peygamber Aleyhisselâm onun imamı olmuştur.
Ayrıca o, iki gayb mânâsını ve cismânî sûretler içinde rûhâniyyetlerin zuhurunu temsil etmesi bakımından Mescid'in de duvarıdır. İşte Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- risâleti yönünden değil, nübüvveti ve velâyeti bakımından, nübüvvet duvarının kendisiyle tamamlandığı, nübüvvetler ehli üzerindeki en yüksek makamın ve seyyidliğin kendisiyle tamamına eriştiği bu bir tuğladan başkasını görememiştir. Onun tuğlası, şüphesiz bütün tuğlalardan daha yüksek ve yüce idi; onların meziyetlerinin ve mânevî kemâllerinin 'duvar' olması yönünden, vasıfların ve kemâllerin ona ertelenmesiyle tamamlamıştı. O -sallallahu aleyhi ve sellem- bu bir tuğla ile, bütün Enbiyâ'nın ve Rusülü'l-kirâm'ın metbû'u (tâbî olduğu kişi) olduğu için, 'tâbîlik' hükmü nedeniyle öne geçmişti.
O, Cebrâil Aleyhisselâm vâsıtasıyla kendisine vahyedildiği vakit, makam itibariyle değil, Hazret'in yüce Zât'ına mülâkî olmak sûretiyle bir tâbî idi.
Tıpkı Allah-u Teâlâ'nın buyurduğu gibi:
'De ki: Ben ancak bana vahyolunana tâbî olurum!' (A'râf: 203)
Yani ilhamla değil, kelâmla vahyolunana tâbî ve herhangi bir makâmın Hazret'iyle değil, Yüce Hazret-i Zât'la mülâkî olurdu. Nitekim 'gümüş tuğla' tâbiri, Hikmet'in zâhire gâlip geldiğine işâret eder. Buna mukâbil olarak, 'altın tuğla' da Hikmet'in bâtına galebesine işâret eder.
Hâtemü'l-evliyâ'ya gelince; risâlet velâyeti, nübüvvet velâyeti ya da iman velâyeti, risâleti yönünden Resul veli, iman velâyeti yönünden Nebi veli olan, Kâinâtın Seyyid'inin bu kişideki velâyetinin içine dahildir. Zira o, hem risâlet, hem nübüvvet hem de iman velâyetinin Hâtem'idir, hangi kısımla ilgili olursa olsun (mutlak anlamda) o Hâtemü'l-velâye'dir, dolayısıyla o da bu rüyâdan hâlî olmaz." ("Kitâbu Cevâhirü'l-Kıdem alâ Fusûsu'l-Hikem", Süleymâniye Ktp. Reşîd Efendi, nr.: 407, vr. 68a-68b)
| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |
Copyright ©2015 HAKİKAT. All Rights Reserved.