Bütün Nûrlardan Önce Yaratılan
"Muhammedî Hakîkat" ve Ona Mazhar Olan İki Zât:
Mu'înüddîn el-Buhârî -kuddise sırruh- Hazretleri "Meşâriku'n-Nusûs"un başka bir noktasında; Hâtemü'l-enbiyâ' Aleyhisselâm'a ve Hâtemü'l-evliyâ' olan zâta tahsis edilen "Muhammedî hakikat"in peygamberlerin ve velîlerin yaratılışından önce vâredilişinin sırrını, kendisine has kâmil üslûbu ile şöyle izâh etmiştir:
"Âdem zamanından son Peygamber'e varıncaya kadar onlardan hiçbiri yoktu ki, (nûrunu) Hâteme'n-nebiyyîn'in kandilinden almış olmasın. Zîra yaratılışla ilgili olan varlığı her ne kadar geriye bırakılsa da, o yaratılışla ilgili olan varlığından önce kendi hakîkatiyle zâten mevcuttu.
Nitekim;
'Âdem su ile toprak arasında iken ben peygamberdim.' buyurması ona delâlet eder.
Onun dışındaki peygamberler ancak gönderildikleri zaman bi'l-fiil peygamber olabilmiştir. Nitekim ulvî âlemlerin tümünde mazhariyyeti sâbit gözükmeyen, Âdem'in de bu suret üzere yaratıldığı hakîkatin sûreti husûsunda, Muhammedî hakîkat diğer kişilerden öncedir. Sen onu, ilâhî toplayıcı ehadî hakîkate göre peygamberler için, her peygamberin ruhlarına gönderilen ruh olan, ruhlar âlemindeki nûr olarak da tanımlayabilirsin. Bütün peygamberlerin ve velîlerin ruhları ve onlara dercedilen nûrlar, bütün nûrlardan öne geçmiş olan Muhammedî Nûr'un içine dâhildir.
İşte bu nedenledir ki o;
'Allah'ın ilk yarattığı şey benim nûrumdur.' buyurmuştur.
Onu rûhî, nûrî bir mertebenin içine de bi'l-fiil yansıtmıştır. Sen unsûrî bir sûret bulduğun vakit, bu inşâ hakkında ruhların mazharlarına ruhun gönderilmesi sırrı zuhûr etmiş; kimisi ona îmân etmiş, kimi de onu inkâr etmişti.
'Ruhlar saf saftır. Orada uyuşanlar birbirini tanır, orada uyuşmayanlar birbiriyle ihtilâfa düşer." buyruğu buna işâret eder.
İşte 'Âdem su ile toprak arasında iken ben peygamberdim.' buyruğu ile ilgili olarak, rûhî mertebedeki nübüvvetten yapılan haberleşmeler de buna benzer.
Tıpkı bunun gibi, Hâtemü'l-evliyâ' da Âdem su ile toprak arasında iken velî idi. Diğer velîler ise ilâhî ahlâktan olan velâyet şartlarını tahsîl ettikten, Allah'ın 'Velî' ve 'Hamîd' isimlerini mevcut kılıp, onunla vasıflanmaya hak kazandıktan sonra ancak velî olmuşlardır." ("Meşâriku'n-Nusûs el-Bâhis 'an Ğavâmizi'l-Fusûs"; Es'ad Efendi, nr.: 1539, vr. 35b.)
"Muhammedî Hakîkat" ve Ona Mazhar Olan İki Zât:
Mu'înüddîn el-Buhârî -kuddise sırruh- Hazretleri "Meşâriku'n-Nusûs"un başka bir noktasında; Hâtemü'l-enbiyâ' Aleyhisselâm'a ve Hâtemü'l-evliyâ' olan zâta tahsis edilen "Muhammedî hakikat"in peygamberlerin ve velîlerin yaratılışından önce vâredilişinin sırrını, kendisine has kâmil üslûbu ile şöyle izâh etmiştir:
"Âdem zamanından son Peygamber'e varıncaya kadar onlardan hiçbiri yoktu ki, (nûrunu) Hâteme'n-nebiyyîn'in kandilinden almış olmasın. Zîra yaratılışla ilgili olan varlığı her ne kadar geriye bırakılsa da, o yaratılışla ilgili olan varlığından önce kendi hakîkatiyle zâten mevcuttu.
Nitekim;
'Âdem su ile toprak arasında iken ben peygamberdim.' buyurması ona delâlet eder.
Onun dışındaki peygamberler ancak gönderildikleri zaman bi'l-fiil peygamber olabilmiştir. Nitekim ulvî âlemlerin tümünde mazhariyyeti sâbit gözükmeyen, Âdem'in de bu suret üzere yaratıldığı hakîkatin sûreti husûsunda, Muhammedî hakîkat diğer kişilerden öncedir. Sen onu, ilâhî toplayıcı ehadî hakîkate göre peygamberler için, her peygamberin ruhlarına gönderilen ruh olan, ruhlar âlemindeki nûr olarak da tanımlayabilirsin. Bütün peygamberlerin ve velîlerin ruhları ve onlara dercedilen nûrlar, bütün nûrlardan öne geçmiş olan Muhammedî Nûr'un içine dâhildir.
İşte bu nedenledir ki o;
'Allah'ın ilk yarattığı şey benim nûrumdur.' buyurmuştur.
Onu rûhî, nûrî bir mertebenin içine de bi'l-fiil yansıtmıştır. Sen unsûrî bir sûret bulduğun vakit, bu inşâ hakkında ruhların mazharlarına ruhun gönderilmesi sırrı zuhûr etmiş; kimisi ona îmân etmiş, kimi de onu inkâr etmişti.
'Ruhlar saf saftır. Orada uyuşanlar birbirini tanır, orada uyuşmayanlar birbiriyle ihtilâfa düşer." buyruğu buna işâret eder.
İşte 'Âdem su ile toprak arasında iken ben peygamberdim.' buyruğu ile ilgili olarak, rûhî mertebedeki nübüvvetten yapılan haberleşmeler de buna benzer.
Tıpkı bunun gibi, Hâtemü'l-evliyâ' da Âdem su ile toprak arasında iken velî idi. Diğer velîler ise ilâhî ahlâktan olan velâyet şartlarını tahsîl ettikten, Allah'ın 'Velî' ve 'Hamîd' isimlerini mevcut kılıp, onunla vasıflanmaya hak kazandıktan sonra ancak velî olmuşlardır." ("Meşâriku'n-Nusûs el-Bâhis 'an Ğavâmizi'l-Fusûs"; Es'ad Efendi, nr.: 1539, vr. 35b.)