Resul ve Nebîlerin Allah'ı Bilmeleri ile,
"Hâtemü'l-Velâye"nin Allah'ı Bilmesi Arasındaki Fark:
Şeyh Mahmûd ed-Dâmûnî -kuddise sırruh- Hazretleri "Cevâhirü'l-Kıdem alâ Fusûsu'l-Hikem"inde Resûl, Nebî ve Velî'lerin keşiflerini ve Allah-u Teâlâ'yı bilme cihetlerini birbirleriyle karşılaştırarak, Allah-u Teâlâ'yı kendi varlıkları ile bilen resul ve nebîlerin velâyetlerine kıyasla, O'nu bizzat kendi Zât'ı ile bilen Hâtemü'l-evliyâ'nın velâyeti arasında çok büyük bir fark bulunduğuna dikkati çeker:
"Teşrî (Şerîat kurma) ile alâkalı olan Risâlet ve nübüvvet, Rabb'ini bilen ve istikâmete eren Nebî ve Resûl'ün makamına her vârid olan için, hükümlerin inceliklerini beyan ile olan tebliğ Nübüvvet'i değil, Cenâb-ı Refî ile ülfete erişmiş olan Nübüvvet ve tebliğle değil, Şerîat'la ilgili olan Risâlet'in her ikisi de sabitlik yönünden değil, zaman yönünden kesilip nihâyete ermiştir. Çünkü onların her ikisi de her an ve zamanda ebediyyen geçerli olduklarından zevâle ermezler.
Nitekim Nübüvvet ve Risâlet kesilmiş, Peygamber'imiz ve Resul'ümüz Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-le peygamberlik kapısı kapanmıştır. Velâyet ise ebediyyen nihâyete ermez, bilâkis her an ve zamanda bâkî kalır ve şu kâinatta kalp temizliğinin şartlarıyla amel edildiği, ortaya çıkış ve yaratılış türlerinin şekillendiği, ona erişilen diğer vakitlerde de amellere ihtiyaç duyulduğu ve türlü kemâlleri kendinde toplamak haslet edinildiği sürece devam eder. Hele ki bir de bütün hârikulâdelikler onun elinde zuhûr etmişse!..
Bil ki, Velâyet tavrı (kuşatıcılığı) İlâhî hazîrelerdeki keşif, Nübüvvet tavrı mülkî hazîrelerdeki keşif, Risâlet tavrı ise insani hazîrelerdeki keşiften ibarettir. İlâhî hazîrelerdeki keşiften sonrasına ulaşılıncaya kadar, mülkî ve beşerî hazîrelerde keşfin mevcudiyeti mümkün değildir. Bunun için de Nebî veya Resûl değil, Velî olmak gerekir. İlâhî hazîrelerde keşfe gelince; o, mülkî ve beşerî hazîrelerdeki keşiften daha başka olur, Velî olur amma Nebî ve Resul olamaz.
Bu keşifler de üçtür:
Asâlet yoluyla, teşrî ile birlikte olan,
Allah-u Teâlâ'nın bir Âyet'te:
‘De ki: İşte benim yolum budur, ben Allah'a davet ediyorum. Ben ve bana tâbî olanlar basîret üzerindeyiz.' (Yûsuf: 108)
Buyurmak sûretiyle işâret ettiği gibi; verâset yoluyla, tebliğle birlikte olan…
Şu kadar var ki, basîret hususunda zikredilen şeyle, tâbîlerin ve istiklâlin farklılıklarını bilmemek sözkonusu olmayıp, o da, tâbîleri de eşittir. Tâbi olunan Şerîat'ın sahibi, tâbi olan ise verâseti değil, Şerîat'ı kesen Kimse'nin vârisidir.
Kitap ile gönderilen peygamberler, evliyâ da olmaları cihetinden ki, bu cihet Nebîlerin kâinâtla alâkalı oldukları cihet veya Resullerin kâinâtla ilgili oldukları cihet değil, Ulûhiyyet Hazret'i tarafından Allah-u Teâlâ'yı bilme cihetidir.
Çünkü Nebîler O'nu varlıkları cihetinden bilirler, onun Allah'ı bilmesi mülkî hazîreler cihetindendir; Resuller de Allah-u Teâlâ'yı varlıkları cihetinden bilirler, onun da Allah'ı bilmesi ancak insani hazîreler cihetindendir. Bu ilim ise, doğrudan doğruya Zât-ı alî ile alâkalı olan bir ilimdir.
Dolayısıyla Mürseller de velîlerden olmaları bakımından, her öne geçmiş tahsis sâhibinden daha öne geçiren zikrettiğimiz bu ilmi, Enbiyâ'ya ve Resulü'l-kirâm'a -Aleyhimüssalâtu vesselâm- nisbetle ancak Hâtemü'l-evliyâ kandilinin nûrundan görüp müşâhede edebilirler." ("Kitâbu Cevâhirü'l-Kıdem alâ Fusûsu'l-Hikem", Süleymâniye Ktp. Reşîd Efendi, nr.: 407, vr. 66b-67a)
| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |
Copyright ©2015 HAKİKAT. All Rights Reserved.
"Hâtemü'l-Velâye"nin Allah'ı Bilmesi Arasındaki Fark:
Şeyh Mahmûd ed-Dâmûnî -kuddise sırruh- Hazretleri "Cevâhirü'l-Kıdem alâ Fusûsu'l-Hikem"inde Resûl, Nebî ve Velî'lerin keşiflerini ve Allah-u Teâlâ'yı bilme cihetlerini birbirleriyle karşılaştırarak, Allah-u Teâlâ'yı kendi varlıkları ile bilen resul ve nebîlerin velâyetlerine kıyasla, O'nu bizzat kendi Zât'ı ile bilen Hâtemü'l-evliyâ'nın velâyeti arasında çok büyük bir fark bulunduğuna dikkati çeker:
"Teşrî (Şerîat kurma) ile alâkalı olan Risâlet ve nübüvvet, Rabb'ini bilen ve istikâmete eren Nebî ve Resûl'ün makamına her vârid olan için, hükümlerin inceliklerini beyan ile olan tebliğ Nübüvvet'i değil, Cenâb-ı Refî ile ülfete erişmiş olan Nübüvvet ve tebliğle değil, Şerîat'la ilgili olan Risâlet'in her ikisi de sabitlik yönünden değil, zaman yönünden kesilip nihâyete ermiştir. Çünkü onların her ikisi de her an ve zamanda ebediyyen geçerli olduklarından zevâle ermezler.
Nitekim Nübüvvet ve Risâlet kesilmiş, Peygamber'imiz ve Resul'ümüz Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-le peygamberlik kapısı kapanmıştır. Velâyet ise ebediyyen nihâyete ermez, bilâkis her an ve zamanda bâkî kalır ve şu kâinatta kalp temizliğinin şartlarıyla amel edildiği, ortaya çıkış ve yaratılış türlerinin şekillendiği, ona erişilen diğer vakitlerde de amellere ihtiyaç duyulduğu ve türlü kemâlleri kendinde toplamak haslet edinildiği sürece devam eder. Hele ki bir de bütün hârikulâdelikler onun elinde zuhûr etmişse!..
Bil ki, Velâyet tavrı (kuşatıcılığı) İlâhî hazîrelerdeki keşif, Nübüvvet tavrı mülkî hazîrelerdeki keşif, Risâlet tavrı ise insani hazîrelerdeki keşiften ibarettir. İlâhî hazîrelerdeki keşiften sonrasına ulaşılıncaya kadar, mülkî ve beşerî hazîrelerde keşfin mevcudiyeti mümkün değildir. Bunun için de Nebî veya Resûl değil, Velî olmak gerekir. İlâhî hazîrelerde keşfe gelince; o, mülkî ve beşerî hazîrelerdeki keşiften daha başka olur, Velî olur amma Nebî ve Resul olamaz.
Bu keşifler de üçtür:
Asâlet yoluyla, teşrî ile birlikte olan,
Allah-u Teâlâ'nın bir Âyet'te:
‘De ki: İşte benim yolum budur, ben Allah'a davet ediyorum. Ben ve bana tâbî olanlar basîret üzerindeyiz.' (Yûsuf: 108)
Buyurmak sûretiyle işâret ettiği gibi; verâset yoluyla, tebliğle birlikte olan…
Şu kadar var ki, basîret hususunda zikredilen şeyle, tâbîlerin ve istiklâlin farklılıklarını bilmemek sözkonusu olmayıp, o da, tâbîleri de eşittir. Tâbi olunan Şerîat'ın sahibi, tâbi olan ise verâseti değil, Şerîat'ı kesen Kimse'nin vârisidir.
Kitap ile gönderilen peygamberler, evliyâ da olmaları cihetinden ki, bu cihet Nebîlerin kâinâtla alâkalı oldukları cihet veya Resullerin kâinâtla ilgili oldukları cihet değil, Ulûhiyyet Hazret'i tarafından Allah-u Teâlâ'yı bilme cihetidir.
Çünkü Nebîler O'nu varlıkları cihetinden bilirler, onun Allah'ı bilmesi mülkî hazîreler cihetindendir; Resuller de Allah-u Teâlâ'yı varlıkları cihetinden bilirler, onun da Allah'ı bilmesi ancak insani hazîreler cihetindendir. Bu ilim ise, doğrudan doğruya Zât-ı alî ile alâkalı olan bir ilimdir.
Dolayısıyla Mürseller de velîlerden olmaları bakımından, her öne geçmiş tahsis sâhibinden daha öne geçiren zikrettiğimiz bu ilmi, Enbiyâ'ya ve Resulü'l-kirâm'a -Aleyhimüssalâtu vesselâm- nisbetle ancak Hâtemü'l-evliyâ kandilinin nûrundan görüp müşâhede edebilirler." ("Kitâbu Cevâhirü'l-Kıdem alâ Fusûsu'l-Hikem", Süleymâniye Ktp. Reşîd Efendi, nr.: 407, vr. 66b-67a)
| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |
Copyright ©2015 HAKİKAT. All Rights Reserved.