Hâtemü’l-Enbiyâ, İlmini Yine
Kendi Bâtınından Elde Eder:
Şeyh Mekkî Efendi -kuddise sırruh- Hazretleri “el-Fazlu’l-Vehbî fî Tercemeti’l-Cânibi’l-Garbî”de; Hâtemü’l-enbiyâ olan Muhammed Aleyhisselâm’ın, ilmini kendi bâtınından ve Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın makâmından ibâret olan “Hâtemü’l-velâye” mertebesinden almasıyla ilgili itirazları ele almış; câhilâne bir üslûpla, üstünkörü ortaya atılan bu gibi iddiaların yersizliğini ve tutarsızlığını günyüzüne çıkarmıştır:
“Su’âl: Eğer derlerse ki; Hâtem-i enbiyâ o ilmi niçin Hâtem-i evliyâ’dan elde eder de kendisinden elde etmez?
Cevap: Bu su’âl gâyet tutarsızdır! Zîrâ ona benzer ki; ‘Niçin kendi hayâlini aynadan elde edersin de kendinden elde etmezsin?’ Zîrâ câ’izdir ki; İlâhî hikmet ve Rabbânî ilimlerin tertîbi yoluyla şöyle ola ki; o ilmin misli has bir mazhardan alınmış olmak lâzım ola, ne kendinden ve ne o mazharın gayrısından mümkün olmaya. Nitekim aynada olduğu gibi, belki Hâtem-i rusül’ün o ilmi Hâtem-i evliyâ’dan elde etmesinin, Hâtem-i rusül’ün Kur’ân’ı Cebrâîl’den elde etmesine tam bir benzerliği vardır. Varlığıyla ki Hâtem-i rusül Cibrîl -aleyhisselâm-dan efdaldir, onu unsûrî bakımdan yetiştirmede ise Cibrîl onun muallimidir.
Şeyh Nâsır-ı Makdisî ‘Kitâb-ı Kenzü’r-Rumûz’da;
“Resul’üm! Sana onun vahyi bitmeden, Kur’an’ı okumakta acele etme!” (Tâhâ: 114)
Âyet-i kerîme’sinin manâsında buyurur ki: ‘Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Kur’an’ın cümlesini Hakk Celle ve Alâ’dan vâsıtasız almıştı. Çünkü Cibrîl -aleyhisselâm- Kur’an’ı vahiy yoluyla ona okuyordu, Resûl -aleyhisselâm- acele eylerdi ve Cibrîl -aleyhisselâm-’ın kelâmı tamam olmazdan evvel o onu okurdu.
Şu halde Hakk Te’âlâ:
“Beni Rabb’im terbiye etti, edebimi ne güzel eyledi!” hükmü mûcibince ona edeb talîm eyledi ki, Cibrîl -aleyhisselâm- o makâmda muallimdi, Resul -aleyhisselâm- tâlim görücü idi. Edep odur ki, tâlim gören muallimden öte geçmeye!..’
Belki bu hakîr derim ki; çünkü Hâtem-i rusül ‘Kalem-i a’lâ’ ve ‘Akl-ı evvel’dir, o bütün ilimleri Hakk Teâlâ’dan vâsıtasız elde etti ve Levh-i mahfûz verdi ki, o küllî nefistir. Cibrîl -aleyhisselâm- Kur’an’ı Levh-i mahfûz’dan elde etti ve Muhammedî unsûrî yaratılışta ondan elde eylediğini geri ona verdi. Ve bu, Cebrâîl’in Hâtem-i rusül üzerine üstünlüğüne sebep olmaz. Dolayısıyla Hâtem-i evliyâ’nın rûhu ve onun kandili, ona evvelce ‘Akl-ı evvel’ olduğu yönden Hâtem-i rusül’den aktarılmıştır. Ondan sonra unsûrî inşâda Hâtem-i velâyet, Hâtem-i rusül’e tâbîlik bereketiyle Hatm-i velâyet mertebesini hâsıl eyledi. Ve bu hâl üzere; eğer Hâtemü’r-rusül, Hâtemü’l-evliyâ aynasında kendi eserlerini, isimlerini ve sıfatından bazısını müşâhade eylese, akıl ve Şerî’at’tan hâriç olmaz.
Malum ola ki; -Allah seni kendisine yaklaştırdıklarından kılsın!-, Mevlânâ Celâlü’d-dîn merhûm ve mağfürun-leh Sultân Bâyezîd ismine telîf eylediği ‘Rubâ’iyyât Şerhi’nde bu bahsi tümüyle arz eylemiştir. Evvelen demiştir ki; ‘Hazret-i Şeyh Muhyiddîn kendi eserlerinde Hâtemü’l-velâyet’i bir cihet üzere zikreylemiştir ki, zâhiri onu hakikatler ve marifetler husûsunda Hâtemü’n-nübüvve üzerine tercihtir. Çünkü nübüvvet kendi velâyetinden istimdâd edicidir. Şu hâlde Hâtemü’n-nübüvve, Hâtemü’n-nübüvve olduğu yönden kendi bâtınından istimdâd eder ki, Velâyet-i hâssa ve bütün evliyâ O’nun bâtınından istifâde eylerler. Nitekim peygamberler de onun zâhirinden istifâde ederler. Çünkü o, nûrun aksini kendi bâtınında müşâhade eyledi; ona şöyle göründü ki, o istifâde ondan ola!..’” (“el-Fazlu’l-Vehbî fî Tercemeti’l-Cânibi’l-Garbî”, Süleymâniye Kütüphânesi, Hâlet Efendi, nr.: 363, vr. 22b-24a)
Kendi Bâtınından Elde Eder:
Şeyh Mekkî Efendi -kuddise sırruh- Hazretleri “el-Fazlu’l-Vehbî fî Tercemeti’l-Cânibi’l-Garbî”de; Hâtemü’l-enbiyâ olan Muhammed Aleyhisselâm’ın, ilmini kendi bâtınından ve Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın makâmından ibâret olan “Hâtemü’l-velâye” mertebesinden almasıyla ilgili itirazları ele almış; câhilâne bir üslûpla, üstünkörü ortaya atılan bu gibi iddiaların yersizliğini ve tutarsızlığını günyüzüne çıkarmıştır:
“Su’âl: Eğer derlerse ki; Hâtem-i enbiyâ o ilmi niçin Hâtem-i evliyâ’dan elde eder de kendisinden elde etmez?
Cevap: Bu su’âl gâyet tutarsızdır! Zîrâ ona benzer ki; ‘Niçin kendi hayâlini aynadan elde edersin de kendinden elde etmezsin?’ Zîrâ câ’izdir ki; İlâhî hikmet ve Rabbânî ilimlerin tertîbi yoluyla şöyle ola ki; o ilmin misli has bir mazhardan alınmış olmak lâzım ola, ne kendinden ve ne o mazharın gayrısından mümkün olmaya. Nitekim aynada olduğu gibi, belki Hâtem-i rusül’ün o ilmi Hâtem-i evliyâ’dan elde etmesinin, Hâtem-i rusül’ün Kur’ân’ı Cebrâîl’den elde etmesine tam bir benzerliği vardır. Varlığıyla ki Hâtem-i rusül Cibrîl -aleyhisselâm-dan efdaldir, onu unsûrî bakımdan yetiştirmede ise Cibrîl onun muallimidir.
Şeyh Nâsır-ı Makdisî ‘Kitâb-ı Kenzü’r-Rumûz’da;
“Resul’üm! Sana onun vahyi bitmeden, Kur’an’ı okumakta acele etme!” (Tâhâ: 114)
Âyet-i kerîme’sinin manâsında buyurur ki: ‘Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Kur’an’ın cümlesini Hakk Celle ve Alâ’dan vâsıtasız almıştı. Çünkü Cibrîl -aleyhisselâm- Kur’an’ı vahiy yoluyla ona okuyordu, Resûl -aleyhisselâm- acele eylerdi ve Cibrîl -aleyhisselâm-’ın kelâmı tamam olmazdan evvel o onu okurdu.
Şu halde Hakk Te’âlâ:
“Beni Rabb’im terbiye etti, edebimi ne güzel eyledi!” hükmü mûcibince ona edeb talîm eyledi ki, Cibrîl -aleyhisselâm- o makâmda muallimdi, Resul -aleyhisselâm- tâlim görücü idi. Edep odur ki, tâlim gören muallimden öte geçmeye!..’
Belki bu hakîr derim ki; çünkü Hâtem-i rusül ‘Kalem-i a’lâ’ ve ‘Akl-ı evvel’dir, o bütün ilimleri Hakk Teâlâ’dan vâsıtasız elde etti ve Levh-i mahfûz verdi ki, o küllî nefistir. Cibrîl -aleyhisselâm- Kur’an’ı Levh-i mahfûz’dan elde etti ve Muhammedî unsûrî yaratılışta ondan elde eylediğini geri ona verdi. Ve bu, Cebrâîl’in Hâtem-i rusül üzerine üstünlüğüne sebep olmaz. Dolayısıyla Hâtem-i evliyâ’nın rûhu ve onun kandili, ona evvelce ‘Akl-ı evvel’ olduğu yönden Hâtem-i rusül’den aktarılmıştır. Ondan sonra unsûrî inşâda Hâtem-i velâyet, Hâtem-i rusül’e tâbîlik bereketiyle Hatm-i velâyet mertebesini hâsıl eyledi. Ve bu hâl üzere; eğer Hâtemü’r-rusül, Hâtemü’l-evliyâ aynasında kendi eserlerini, isimlerini ve sıfatından bazısını müşâhade eylese, akıl ve Şerî’at’tan hâriç olmaz.
Malum ola ki; -Allah seni kendisine yaklaştırdıklarından kılsın!-, Mevlânâ Celâlü’d-dîn merhûm ve mağfürun-leh Sultân Bâyezîd ismine telîf eylediği ‘Rubâ’iyyât Şerhi’nde bu bahsi tümüyle arz eylemiştir. Evvelen demiştir ki; ‘Hazret-i Şeyh Muhyiddîn kendi eserlerinde Hâtemü’l-velâyet’i bir cihet üzere zikreylemiştir ki, zâhiri onu hakikatler ve marifetler husûsunda Hâtemü’n-nübüvve üzerine tercihtir. Çünkü nübüvvet kendi velâyetinden istimdâd edicidir. Şu hâlde Hâtemü’n-nübüvve, Hâtemü’n-nübüvve olduğu yönden kendi bâtınından istimdâd eder ki, Velâyet-i hâssa ve bütün evliyâ O’nun bâtınından istifâde eylerler. Nitekim peygamberler de onun zâhirinden istifâde ederler. Çünkü o, nûrun aksini kendi bâtınında müşâhade eyledi; ona şöyle göründü ki, o istifâde ondan ola!..’” (“el-Fazlu’l-Vehbî fî Tercemeti’l-Cânibi’l-Garbî”, Süleymâniye Kütüphânesi, Hâlet Efendi, nr.: 363, vr. 22b-24a)