HÂTEM-İ VELİ HAKKINDA RESULULLAH -SALLALLAHU ALEYHİ VE
SELLEM- EFENDİMİZ’İN HADİS-İ ŞERİF’LERİ VE ONA VÂRİS OLAN VEKİLLERİNİN
İFŞAATLARI (50)
MOLLA ABDURRAHMAN CÂMÎ -kuddise sırruh-
Hayâtı ve Eserleri:
1414 (H.817)’de İran’ın Câm kasabasında dünyâya gelen Molla
Abdurrahman Câmî -kuddise sırruh- Hazretleri, Herat’ta yetişen âlim ve velîlerin
önde gelenlerinden ve tasavvuf târihine damgasını vuran yüksek şahsiyetlerden
birisidir. Asıl ismi Abdurrahman Nizâmeddin bin Ahmed olup, lâkabı
“Nûreddin”dir.
Henüz beş yaşında iken, babasının refâkatinde Hâce Muhammed
Pârisâ -kuddise sırruh- Hazretleri’nin huzûruna götürülerek, bu zâtın himmet ve
teveccühlerine mazhar olan Hazret; daha sonraki yıllarda ilim öğrenmek
maksadıyla Herat, Semerkand ve Horasan gibi şehirlere giderek, zamânının en
meşhur ve yüksek âlimlerinden icâzet aldı. Zâhirî ilimlerde yüksek bir seviyeye
ulaşarak, zamânının ileri gelen âlimleri arasında eşsiz ve müstesnâ bir mevkî
kazandı.
Horasan’da bulunduğu sıralarda, bir gün bir vesile ile Şeyh
Saîdüddin Kâşgarî -kuddise sırruh- Hazretleri ile karşılaştı ve kendisinden çok
etkilendi. Bu zâtın elinde riyâzet ve mücâhadeye girişen Hazret, zaman zaman
Hâce Ubeydullâh-ı Ahrâr -kuddise sırruh- ve Muhammed Esed -kuddise sırruh-
Hazretleri ile görüştü ve bu zâtlardan da büyük ölçüde istifâde etti.
1472’de Hicaz’a giden ve hayâtı boyunca çeşitli beldelere
hicret ederek irşad halkasını genişleten Hazret, 1492 (H.898) yılında bir Cumâ
günü, arkasında çok sayıdaki talebe ve sevenlerini bırakarak vefât etti. Kabri
Afganistan’ın Herat mevkiinde olup, halk tarafından hâlen ziyâret edilmektedir.
Aklî ve naklî ilimler hakkında gerek nazım, gerekse nesir
tarzında çok sayıda kitaplar yazan Molla Câmî -kuddise sırruh- Hazretleri,
Tasavvuf sahasında da son derece kıymetli ve mühim eserler te’lif etmiş;
bunların büyük bir kısmı vefâtından sonra neşredilmiştir. “Nefahâtü’l-Üns min
Hazerâti’l-Kuds”, “Bahâristân” ve “Külliyât” bunların en
önemlilerindendir.
Ayrıca Hazret, Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh-
Hazretleri’nin “Fusûsu’l-Hikem”i üzerine “Kitâbu Şerh-i Fusûsu’l-Hikem”
ve “en-Nusûsu’n-Ni’em fî Şerh-i Fusûsu’l-Hikem” adıyla, birbirinden
farklı iki şerh yazdığı gibi; “Fusûs”un bir muhtasarı olan “Nakdü’n-Nusûs”
kitabına da “Nakdü’n-Nusûs fî Hall-i Kelimâti’l-Fusûs” adıyla ayrı bir
şerh yazmıştır.
•
“Hâtemü’l-Velâye” Hakkındaki Beyan ve İfşaatları
Tasavvuf’la ilgili hemen her mevzuda eserler yazmış olan Molla
Abdurrahman Câmî -kuddise sırruh- Hazretleri, “Hâtemü’l-velâye” ile
ilgili meselelere ancak Şeyhü’l-ekber Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh-
Hazretleri’nin “Fusûsu’l-Hikem”ine yazdığı; “Kitâbu Şerh-i
Fusûsu’l-Hikem” ve “Kitâbu’n-Nusûsu’n-Ni’em fî Şerh-i Fusûsu’l-Hikem”
isimli eserlerinde yer vermiştir.
Şimdi Hazret’in, bugüne kadar hiç Türkçe’ye çevrilmemiş olan bu
iki eserinde yeralan beyan ve ifşaatları üzerinde duralım:
Hâtemü’l-Velâye Mişkâtından Ruhlara Yapılan
İstimdâd:
Molla Abdurrahman Câmî -kuddise sırruh- Hazretleri “Şerh-i
Fusûsu’l-Hikem” adlı eserinde Hâtemü’l-evliyâ’nın kandilinin, bütün
peygamberlere ve velîlere istimdâd eden Hâtemü’l-enbiyâ’nın kandilinden başka
bir şey olmadığını beyân ederek şöyle buyurmuştur:
“Bil ki, hakikat-ı Muhammediyye nübüvvet ve velâyet’le
ilgili hakikatlerin hepsini içine alır. Nübüvvetle ilgili hakikatlerin tümü
birden onun zâhiri, velâyet’le ilgili hakikatlerin ise hepsi birden onun
bâtınıdır. Peygamberler nebîlerden olmaları bakımından onun zâhirî nübüvvet
kandilinden istimdâd ettikleri gibi; velilerden olmaları cihetiyle de bâtınî
nübüvvet kandilinden istimdâd ederler. O’na (Muhammed -sallallahu aleyhi ve
sellem-e) tâbî olan velîlerin, onun velâyetinden istimdadları da yine böyledir.
Dolayısıyla velîlerin ve peygamberlerin hepsi; peygamberler zâhir nübüvvetiyle,
velîler de bâtın velâyetiyle onun hakikatına mazhardırlar.
Hâtemü’l-evliyâ ise, onun bâtın velâyet’i ile ilgili
hakikatlerin tümüne birden mazhardır. Şu hâlde Hâtemü’l-evliyâ’nın kandilinden
istimdâd, hakikatıyle yine Hâtemü’l-enbiyâ’nın kandilinden istimdâddır.”
(Şerhü’l-Fusûs li’l-Câmî; Ayasofya: B-4208, 351b yaprağı)
Hâtemü’l-Enbiyâ ile Hâtemü’l-Evliyâ’yı ynı Noktada
Birleştiren Makam:
Molla Câmî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtemü’l-evliyâ’nın,
Hâtemü’l-enbiyâ’nın şeriatına tâbî olarak kavuştuğu bu velâyetle diğer nebi ve
resullere de istimdâd ettiğine dikkati çekmiş; Hâtemü’l-enbiyâ’nın bâtın
velâyetini elinde bulundurması nedeniyle, onun Hâtemü’r-rüsul’den, yalnız
risâleti yönünden geride kaldığını haber vermiştir:
“Hâtemü’l-evliyâ, unsurî neş’eti icâbı, ilâhî hükümde
Hâtemü’r-rüsul’ün kendisine teşrî’den getirdiği şeye tâbî olur. Unsurî terkibi
gereğince ona, hakikatı gereği onunla arasındaki metbuiyyetin muktezâsı bulunan
bu tâbî oluşu ise, ona makâmı hususunda herhangi bir noksanlık getirmez;
resullerin bu ilmi Hâtemü’l-evliyâ mişkâtı dışında göremedikleri hakkında, bizim
tâkip ettiğimiz yola ters de düşmez. Şu hâle göre, hakikati itibâriyle
resûlü’l-Hâtem’in bâtın ciheti olması bakımından; unsurî neş’eti mûcibince,
risâleti yönünden ona tâbî bir velî olarak onun mertebesi,
Hâtemü’r-rüsul’ünkinden sadece bir yönden geride olur.” (Şerhü’l-Fusûs
li’l-Câmî; Ayasofya: B-4208, 351a yaprağı)
Şeyhü’l-ekber Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh-
Hazretleri’nden yaklaşık iki asır sonra yaşamış olan Molla Abdurrahman Câmî
-kuddise sırruh- Hazretleri; onun, peygamberlerin kendi velâyetlerini alma
husûsunda Hâtemü’l-evliyâ’ya tâbî olduğuna ve Hâtemü’l-evliyâ’nın bu cihette,
şeriatına tâbî olduğu Peygamber’le aynı makamda bulunduğuna işâret eden
beyanlarını te’yid ve tasdik etmiş; onun burada yalnız Allah’ı bilme
mertebesindeki bir öne geçişi kastettiğini ifâde ederek şöyle buyurmuştur:
“Unsurî neş’eti mûcibince, nübüvveti yönünden ondan üstün
olması nedeniyle, resûlü’l-Hâtem’den onun mertebesine inzâl olunan (şey), onun
hakkında herhangi bir noksanlık meydana getirmez. Zirâ Hatmü’l-evliyâ ile
Hatmü’l-enbiyâ arasındaki metbûiyyet, onu kâinattaki hâdiseleri bilme husûsunda
değil; ‘İlm-i billâh’, yani ‘Allah’ı bilme’ mertebesinde, velâyet’le ilgili
hakikatler husûsunda öne geçirmiştir.” (Şerhü’l-Fusûs, Ayasofya: B-4208;
351a-351b yaprağı)
Hâtemü’l-Velâye’nin Batı Tarafından
Zuhûru:
Molla Abdurrahman Câmî -kuddise sırruh- Hazretleri
“Kitâbu’n-Nusûsu’n-Ni’em fî Şerh-i Fusûsu’l-Hikem” isimli eserinde ise,
Şeyhü’l-ekber -kuddise sırruh- Hazretleri’nin “Ankâ-i Muğrib” kitabındaki
beyanları doğrultusunda, Hâtemü’l-evliyâ’nın batı tarafından zuhur edecek bir
kimse olduğunu haber vermektedir:
“Hâtemü’l-velâye, Şeyh’in ‘Ankâ-i Muğrib fî Ma’rifeti
Hatmü’l-evliyâ ve Şemsü’l-Mağrib’ adlı kitabındaki bir açıklamasına göre; İsâ
Aleyhisselâm’ın devri dışında zuhûr edecek bir tahsis iledir. Zirâ
Hâtemü’l-velâyeti’l-Muhammediyye batıdan bir kimsedir. Zikri geçen şahıs, diğer
peygamberlerin velâyetinden farklı olarak, Muhammed -sallallahu aleyhi ve
sellem-e mahsus olan velâyet’le zuhur edecektir. Nitekim Ankâ’da ona da işâret
edilmiştir. Şu hâle göre, onun Hâtemü’l-velâye’liği herkes için
geçerlidir.” (en-Nusûsu’n-Ni’em fî Şerh-i Fusûsu’l-Hikem; Âtıf ef. no:
1442, 52b yaprağı.)
•
Bâzı zevât-ı kirâm her ne kadar İsâ Aleyhisselâm’dan sonra
mutlak bir sûrette velî gelmeyeceğini ve bu nedenle “Hâtemü’l-velâye”nin
ona tahsis edildiğini ileri sürmüşlerse de, Molla Abdurrahman Câmî -kuddise
sırruh- Hazretleri burada ciddî bir ayırım noktası ortaya koymuş ve bu zât-ı
muhteremin İsâ Aleyhisselâm’ın nüzul edeceği devirden farklı bir devirde,
Muhammed Aleyhisselâm’a has kılınan velâyet’le, batı tarafından zuhur edeceğini
haber vermiştir. Böylelikle o, daha önce “Ankâ-i Muğrib” kitabında;
Hâtemü’l-velî, Mehdi Resul ve İsâ Aleyhisselâm’ın zuhûru husûsunda üç farklı
devirden sözeden Şeyhü’l-ekber -kuddise sırruh- Hazretleri’nin beyanlarını
tasdik edip, bilinmesi gereken hakikati gözler önüne sermiştir.
Molla Abdurrahman Câmî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin
Afganistan’ın Herat şehrinde bulunan kabri
Abdurrahman Câmî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin en meşhur eseri
olan “Nefahâtü’l-Üns min Hazerâti’l-Kuds”ün ilk yaprağı