Hâtemü’l-Evliyâ’nın
Zâhirî ve Bâtınî Ciheti:
Sâ’inüddîn et-Türkî -kuddise sırruh- Hazretleri “Matlâ’u’l-Fusûsu’l-Kelîm”in bir başka yerinde; zâhirde Hâtemü’r-rüsul’un şerîatına tâbî olan Hâtemü’l-evliyâ’nın, bâtında da tâbî olduğu bu şerîatın sırr sûretine tâbî olduğunu haber vermektedir:
“Hâtemü’l-evliyâ’ (ilmini) sırr’da Allah’tan aldığı gibi; zâhir sûretinde de ona (Hâtemü’r-rüsul’e) tâbîdir. Çünkü o, tam keşfin kemâli ile, ilâhî emri olduğu hâl üzere görür. Dolayısıyla onun da, mertebelerin hepsinde vâkî olan ilimlerin sûret duvarını bildiği vakit aynı şeyi görmesi uzak değildir.
Şu hâlde Hâtemü’l-evliyâ’nın, kendisine keşfettirilen şeyle o (ilim) hakkındaki gâyenin nihâyeti olunca, tâbî olduğu şeyin sırr (bâtın) sûreti olması da uzak olmaz.” (“Matlâ’u’l-Fusûsu’l-Kelîm”; Hâlet Efendi, nr.: 265, 41a-41b vr.)
Zâhirî ve Bâtınî Ciheti:
Sâ’inüddîn et-Türkî -kuddise sırruh- Hazretleri “Matlâ’u’l-Fusûsu’l-Kelîm”in bir başka yerinde; zâhirde Hâtemü’r-rüsul’un şerîatına tâbî olan Hâtemü’l-evliyâ’nın, bâtında da tâbî olduğu bu şerîatın sırr sûretine tâbî olduğunu haber vermektedir:
“Hâtemü’l-evliyâ’ (ilmini) sırr’da Allah’tan aldığı gibi; zâhir sûretinde de ona (Hâtemü’r-rüsul’e) tâbîdir. Çünkü o, tam keşfin kemâli ile, ilâhî emri olduğu hâl üzere görür. Dolayısıyla onun da, mertebelerin hepsinde vâkî olan ilimlerin sûret duvarını bildiği vakit aynı şeyi görmesi uzak değildir.
Şu hâlde Hâtemü’l-evliyâ’nın, kendisine keşfettirilen şeyle o (ilim) hakkındaki gâyenin nihâyeti olunca, tâbî olduğu şeyin sırr (bâtın) sûreti olması da uzak olmaz.” (“Matlâ’u’l-Fusûsu’l-Kelîm”; Hâlet Efendi, nr.: 265, 41a-41b vr.)