Mu'Azîz en-Nesefî -kuddise sırruh- Hazretleri
Hâtemü’l-Enbiyâ’ ve Hâtemü’l-Evliyâ’nın
“Büyük Arş”a Yükselişi:
Hazret “Kitâbu’d-Derecât” adlı eserinde Hâtemü’l-enbiyâ ve Hâtemü’l-evliyâ’nın büyük arşa yükselip, bu sayede bütün mertebelerden yukarıya çıktıklarına işaret etmiş; velâyeti bir bedene benzeterek, onun birbirinden ayrı olan bütün âzâlarının kıyâmete yakın bir devirde birleşip, vücûdun tamamını meydana getireceğini haber vermiştir:
“Rûh-i pâk (temiz ruhlu) Hazret-i Hâtemü’l-enbiyâ -aleyhi üzkî’n-nihâyâ-, arş-ı mûcibde urûc (kendisine vâcip olan arşta terakkî) eder. Ya’nî Hâtem-i enbiyâ -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazretleri’nin urûcları (terakkîleri) Arş-ı azîm’edir.
Tâ’ife-i ehl-i Tasavvuf derler ki;
Hâtem-i enbiyâ ve Hâtem-i evliyâ arşa urûc ederler. Onculayın (o nedenledir) ki, cemî’i merâtibden (bütün mertebelerden) ziyâde bâlâ (yükseği) tutarlar. Fe-emmâ bu netîceyi ‘Keşf-i Hakâyık’ nâm kitabımızda şerh ve tefsîr eyledik ve ‘sırr-ı nübüvvet’ ve ‘sırr-ı velâyet’i ânda vasfeyledik. İsteyen ol kitâba baksın ki; velâyet nübüvvet’in bâtınıdır ve ilâhiyyet velâyet’in bâtınıdır. Ve bu sözler melfûzdan (lâfız yolundan) ma’lûm olur.
Çün (ne zaman ki) dünyanın müddeti nihâyete erüp devr-i kıyâmet zâhir ola; eczâ-i bedenî ki müteferrik (bedenin parçaları ki, ayrı ayrı) olmuş idi, her bir cüz’ünü cem’ edüp (parçasını birleştirip), her birinin kalbini tamâm ederler.” (“Kitâbu’d-Derecât”; Yazma Bağışlar, nr.: 3042, vr. 44b)
Gerçekten de Hazret, “Keşfü’l-Hakâyık” adlı eserinde Hâtemü’l-enbiyâ’ Aleyhisselâm’a tahsis edilen “Hâtemü’n-nübüvve” mertebesinden sözederken, bu makamın bâtınını temsil eden “Velâyet” yönüne de ayrıntılı olarak değinmiş; Resulullah Aleyhisselâm’ın bu kemâlât sâyesinde “Nübüvvet” bakımından erişilebilecek en ileri noktaya eriştiği gibi, “Velâyet” yönünden de ulaşılabilecek en son noktaya yükseldiğini beyân etmiştir.
(*) Hâce Muhammed Pârsâ, “Faslu”l-Hitâb Tercemesi”; s. 584, trc: A. Hüsrevoğlu.
Hâtemü’l-Enbiyâ’ ve Hâtemü’l-Evliyâ’nın
“Büyük Arş”a Yükselişi:
Hazret “Kitâbu’d-Derecât” adlı eserinde Hâtemü’l-enbiyâ ve Hâtemü’l-evliyâ’nın büyük arşa yükselip, bu sayede bütün mertebelerden yukarıya çıktıklarına işaret etmiş; velâyeti bir bedene benzeterek, onun birbirinden ayrı olan bütün âzâlarının kıyâmete yakın bir devirde birleşip, vücûdun tamamını meydana getireceğini haber vermiştir:
“Rûh-i pâk (temiz ruhlu) Hazret-i Hâtemü’l-enbiyâ -aleyhi üzkî’n-nihâyâ-, arş-ı mûcibde urûc (kendisine vâcip olan arşta terakkî) eder. Ya’nî Hâtem-i enbiyâ -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazretleri’nin urûcları (terakkîleri) Arş-ı azîm’edir.
Tâ’ife-i ehl-i Tasavvuf derler ki;
Hâtem-i enbiyâ ve Hâtem-i evliyâ arşa urûc ederler. Onculayın (o nedenledir) ki, cemî’i merâtibden (bütün mertebelerden) ziyâde bâlâ (yükseği) tutarlar. Fe-emmâ bu netîceyi ‘Keşf-i Hakâyık’ nâm kitabımızda şerh ve tefsîr eyledik ve ‘sırr-ı nübüvvet’ ve ‘sırr-ı velâyet’i ânda vasfeyledik. İsteyen ol kitâba baksın ki; velâyet nübüvvet’in bâtınıdır ve ilâhiyyet velâyet’in bâtınıdır. Ve bu sözler melfûzdan (lâfız yolundan) ma’lûm olur.
Çün (ne zaman ki) dünyanın müddeti nihâyete erüp devr-i kıyâmet zâhir ola; eczâ-i bedenî ki müteferrik (bedenin parçaları ki, ayrı ayrı) olmuş idi, her bir cüz’ünü cem’ edüp (parçasını birleştirip), her birinin kalbini tamâm ederler.” (“Kitâbu’d-Derecât”; Yazma Bağışlar, nr.: 3042, vr. 44b)
Gerçekten de Hazret, “Keşfü’l-Hakâyık” adlı eserinde Hâtemü’l-enbiyâ’ Aleyhisselâm’a tahsis edilen “Hâtemü’n-nübüvve” mertebesinden sözederken, bu makamın bâtınını temsil eden “Velâyet” yönüne de ayrıntılı olarak değinmiş; Resulullah Aleyhisselâm’ın bu kemâlât sâyesinde “Nübüvvet” bakımından erişilebilecek en ileri noktaya eriştiği gibi, “Velâyet” yönünden de ulaşılabilecek en son noktaya yükseldiğini beyân etmiştir.
(*) Hâce Muhammed Pârsâ, “Faslu”l-Hitâb Tercemesi”; s. 584, trc: A. Hüsrevoğlu.