Şeyhü’l-Ekber’in Ağzından
Yanlış Bir Söz Çıkmış mıdır?
Hazret “Hâtemü’l-evliyâ” ile ilgili bâbın son satırlarında “Hâtemü’n-nübüvve” kandili ile “Hâtemü’l-velâye” kandilinin bir bütünün ayrılmaz iki parçası olduğunu kanıtlamış; bu noktada nübüvvetin gümüş, velâyetin altın tuğla olarak takdim edilmesinin altında “Hakk’tan vâsıtasız olarak alma” sırrının yattığını, Şeyhü’l-ekber -kuddise sırruh- Hazretleri’nin ağzından tek bir yanlış söz çıkmadığını açıklamıştır:
“‘Hâtem-i enbiyâ kandili, Hâtem-i evliyâ kandilinin aynıdır.’ sözü bunu ifâde eder ki; o, onun mazharıdır. Şu hâlde Hazret-i Şeyh zan ve tevehhüm eylemedi ki, o istifâde ondan ola. Amma Şeyh’in bağlama ciheti gümüş tuğla yeridir. ‘Hakk’tan alması ciheti altın tuğladır.’ kelâmı açıktır. Zîrâ velî, bütün Nebevî hükümleri ilhâm yoluyla Hakk’tan elde eder. Şöyle ki; onun hakkında Şer’-i Nebevî hemen o idi ki; ta’yîn eder ve tahakkuk eder. Zâhirî ulemâ bunun tersidir ki; onlar kitaplardan ve insanların umumundan elde ederler. Onun için demişlerdir ki; ‘Fıkıh zanlarladır ve şüphe yoktur ki Hakk’tan vâsıtasız almak, vâsıtayla almaktan daha şereflidir. Nitekim altın gümüşten daha şerefli olduğu gibi. Çünkü Hâtem-i velâyet Şerî’at’ı vâsıtayla elde etti, hem yine o Şerî’at’ı geri Hakk’tan vâsıtasız elde etti. Öyleyse onun iki elde edişi oldu. Onun için iki tuğla gördü; vâsıta ile alması gümüş tuğladır ve vâsıtasız alışı altın tuğladır. Çünkü Resûl -aleyhi’s-selâm- tâbî olunandır, tâbî değildir. Halbuki o Cibrîl’den elde eder, amma Cibrîl’e tâbî değildir. Onun için bir tuğla ile temsil buyuruldu ve onu gümüşlük, altınlık ve yaratılış ve başkalarıyla kayıtlı kılmadı, belki onu mutlak geçti. Zîrâ ondan maksat, onunla Hatm-i nübüvvet’i temsil etmekti; şöyle ki, duvar o tuğla ile kâmil oldu. Amma Hatm-i velâyet bunun zıddıdır ki, o tâbîdir ve o duvarı göstermekten gâye üç şeyi açığa çıkarmaktır: Onun ile Hatm-i velâyet’i ve onun Hâtem-i rusül’ün Şerî’ât’ına tâbîliğini ve onun o Şerî’atı Hakk’tan ilhâm yoluyla aldığını...
Âdem su ile toprak arasında iken Hâtem-i evliyâ velî olmaklığının ma’nâsı dahî zâhirdir. Zîrâ karar bulmuştur ki; onun velâyeti, Hâtemü’l-enbiyâ’nın velâyetinin aynıdır. Ve Hâtemü’l-enbiyâ, Âdem su ile toprak arasında iken nebî idi. Elbette onun mazharı dahî onun gibi olur; zîrâ kul, sâhibinin yaratılışı üzeredir.
Ve bununla zâhir oldu ki; Şeyh’in dilinden bir küfür ve bir ilhâd ve meşrû olmayan tek bir söz, en küçük bir edebsizlik dahî zâhir olmamıştır!..” (“el-Fazlu’l-Vehbî fî Tercemeti’l-Cânibi’l-Garbî”, Süleymâniye Kütüphânesi, Hâlet Efendi, nr.: 363, vr. 24b-25a)
| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |
Yanlış Bir Söz Çıkmış mıdır?
Hazret “Hâtemü’l-evliyâ” ile ilgili bâbın son satırlarında “Hâtemü’n-nübüvve” kandili ile “Hâtemü’l-velâye” kandilinin bir bütünün ayrılmaz iki parçası olduğunu kanıtlamış; bu noktada nübüvvetin gümüş, velâyetin altın tuğla olarak takdim edilmesinin altında “Hakk’tan vâsıtasız olarak alma” sırrının yattığını, Şeyhü’l-ekber -kuddise sırruh- Hazretleri’nin ağzından tek bir yanlış söz çıkmadığını açıklamıştır:
“‘Hâtem-i enbiyâ kandili, Hâtem-i evliyâ kandilinin aynıdır.’ sözü bunu ifâde eder ki; o, onun mazharıdır. Şu hâlde Hazret-i Şeyh zan ve tevehhüm eylemedi ki, o istifâde ondan ola. Amma Şeyh’in bağlama ciheti gümüş tuğla yeridir. ‘Hakk’tan alması ciheti altın tuğladır.’ kelâmı açıktır. Zîrâ velî, bütün Nebevî hükümleri ilhâm yoluyla Hakk’tan elde eder. Şöyle ki; onun hakkında Şer’-i Nebevî hemen o idi ki; ta’yîn eder ve tahakkuk eder. Zâhirî ulemâ bunun tersidir ki; onlar kitaplardan ve insanların umumundan elde ederler. Onun için demişlerdir ki; ‘Fıkıh zanlarladır ve şüphe yoktur ki Hakk’tan vâsıtasız almak, vâsıtayla almaktan daha şereflidir. Nitekim altın gümüşten daha şerefli olduğu gibi. Çünkü Hâtem-i velâyet Şerî’at’ı vâsıtayla elde etti, hem yine o Şerî’at’ı geri Hakk’tan vâsıtasız elde etti. Öyleyse onun iki elde edişi oldu. Onun için iki tuğla gördü; vâsıta ile alması gümüş tuğladır ve vâsıtasız alışı altın tuğladır. Çünkü Resûl -aleyhi’s-selâm- tâbî olunandır, tâbî değildir. Halbuki o Cibrîl’den elde eder, amma Cibrîl’e tâbî değildir. Onun için bir tuğla ile temsil buyuruldu ve onu gümüşlük, altınlık ve yaratılış ve başkalarıyla kayıtlı kılmadı, belki onu mutlak geçti. Zîrâ ondan maksat, onunla Hatm-i nübüvvet’i temsil etmekti; şöyle ki, duvar o tuğla ile kâmil oldu. Amma Hatm-i velâyet bunun zıddıdır ki, o tâbîdir ve o duvarı göstermekten gâye üç şeyi açığa çıkarmaktır: Onun ile Hatm-i velâyet’i ve onun Hâtem-i rusül’ün Şerî’ât’ına tâbîliğini ve onun o Şerî’atı Hakk’tan ilhâm yoluyla aldığını...
Âdem su ile toprak arasında iken Hâtem-i evliyâ velî olmaklığının ma’nâsı dahî zâhirdir. Zîrâ karar bulmuştur ki; onun velâyeti, Hâtemü’l-enbiyâ’nın velâyetinin aynıdır. Ve Hâtemü’l-enbiyâ, Âdem su ile toprak arasında iken nebî idi. Elbette onun mazharı dahî onun gibi olur; zîrâ kul, sâhibinin yaratılışı üzeredir.
Ve bununla zâhir oldu ki; Şeyh’in dilinden bir küfür ve bir ilhâd ve meşrû olmayan tek bir söz, en küçük bir edebsizlik dahî zâhir olmamıştır!..” (“el-Fazlu’l-Vehbî fî Tercemeti’l-Cânibi’l-Garbî”, Süleymâniye Kütüphânesi, Hâlet Efendi, nr.: 363, vr. 24b-25a)
| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |