Mehdî’nin, Kemâlâtına Erişemediği Has Velâyet’in Vârisi:
Şeyhü’l-ekber -kuddise sırruh- Hazretleri "Fütûhâtü’l-Mekkiyye"nin başka bir noktasında; "Hâtemü’l-velâye" ile zuhûr edecek olan kimsenin, ehl-i Beyt’e mensup olan ve zâhirî neseb itibâriyle zuhûru beklenen Hazret-i Mehdî olmadığını; bu lütfa ancak Hâtemü’l-enbiyâ Aleyhisselâm’ın has velâyet’ine vâris ve onun hem soy, hem de ahlâk sülâlesine mensup bir kimsenin vâris olacağını beyan buyurmuştur:
"Bu dünyânın bir başlangıcı ve bir nihâyeti bulununca; Allah Sübhânehû, onun içinde vârettiği her şeyi de, kendisi için hem başlangıç hem de hitam vasfı bulunması nedeniyle hatmetmeyi bir kâziye edinmiştir. İnzâl buyurulan şeriat da onun içindeki şeyler cümlesinden olup, Allah bu inzâli ‘Hâteme’n-nebiyyîn’ olan Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in şeriatı ile hatmetmiştir."
"Nübüvvetin onunla (Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-le) hatmedilmesinden sonra her nebînin hükmü artık bir velî hükmüne döner. Dolayısıyla o (Hâtemü’l-evliyâ) da dünyâda iken ona tahsis edilen makâma göre iner ve O’na -sallallahu aleyhi ve sellem- verilen (Hatm) ismi ona da atfedilip, ahlâkı onunkine benzetilerek, onun has olan velâyetini hatmetmeye hak kazanır. O ‘Muntazar’ diye tanınıp isimlendirilen Mehdî değildir. Bu onun sülâlesinden ve neslindendir. Hatm onun yalnız hissî sülâlesinden değil; onun -sallallahu aleyhi ve sellem- hem soy, hem de ahlâk sülâlesinden olacaktır.
Nitekim Allah, bizim kendisine işâret ettiğimiz şey hakkında şöyle buyurmuştur:
‘Her ümmetin bir sonu vardır.’ (Yunus: 49)
Dünyâdaki bütün mahlûkât türleri birer ümmettir.
‘Gündüzden geceyi çıkarır, geceden gündüzü çıkarır. Güneşi ve ayı size musahhar kılmıştır. Hepsi de belirli bir sona doğru akıp gitmektedir.’ (Lokman. 29)
Buyruğunun hemen akabinde de ‘Her şeyin belirli bir sona doğru akıp gittiğini’ beyan buyurmuştur. O ona bir hitam tâyin etmiştir; o onun sona ereceği sürenin nihâyetidir.
Ümmet nev’inden olan;
‘Hiçbir şey yoktur ki, O’nu hamd ile tesbîh etmesin!’ (İsrâ: 44)
Sana beyân ettiğimiz şeyi iyi anla! Zirâ o ancak keşif yoluyla bilinebilen, gizli bir âlemin sırlarındandır. Allah Hakk’a hidâyet eden ve doğru yola iletendir!" (Fütûhâtü’l-Mekkiyye an Esrâri Memleketi’l-Mâlikiyye ve’l-Mülkiyye; c.3, s.89, Bas.: Beyrut, 1994.)
Şeyhü’l-ekber -kuddise sırruh- Hazretleri "Fütûhâtü’l-Mekkiyye"nin başka bir noktasında; "Hâtemü’l-velâye" ile zuhûr edecek olan kimsenin, ehl-i Beyt’e mensup olan ve zâhirî neseb itibâriyle zuhûru beklenen Hazret-i Mehdî olmadığını; bu lütfa ancak Hâtemü’l-enbiyâ Aleyhisselâm’ın has velâyet’ine vâris ve onun hem soy, hem de ahlâk sülâlesine mensup bir kimsenin vâris olacağını beyan buyurmuştur:
"Bu dünyânın bir başlangıcı ve bir nihâyeti bulununca; Allah Sübhânehû, onun içinde vârettiği her şeyi de, kendisi için hem başlangıç hem de hitam vasfı bulunması nedeniyle hatmetmeyi bir kâziye edinmiştir. İnzâl buyurulan şeriat da onun içindeki şeyler cümlesinden olup, Allah bu inzâli ‘Hâteme’n-nebiyyîn’ olan Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in şeriatı ile hatmetmiştir."
"Nübüvvetin onunla (Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-le) hatmedilmesinden sonra her nebînin hükmü artık bir velî hükmüne döner. Dolayısıyla o (Hâtemü’l-evliyâ) da dünyâda iken ona tahsis edilen makâma göre iner ve O’na -sallallahu aleyhi ve sellem- verilen (Hatm) ismi ona da atfedilip, ahlâkı onunkine benzetilerek, onun has olan velâyetini hatmetmeye hak kazanır. O ‘Muntazar’ diye tanınıp isimlendirilen Mehdî değildir. Bu onun sülâlesinden ve neslindendir. Hatm onun yalnız hissî sülâlesinden değil; onun -sallallahu aleyhi ve sellem- hem soy, hem de ahlâk sülâlesinden olacaktır.
Nitekim Allah, bizim kendisine işâret ettiğimiz şey hakkında şöyle buyurmuştur:
‘Her ümmetin bir sonu vardır.’ (Yunus: 49)
Dünyâdaki bütün mahlûkât türleri birer ümmettir.
‘Gündüzden geceyi çıkarır, geceden gündüzü çıkarır. Güneşi ve ayı size musahhar kılmıştır. Hepsi de belirli bir sona doğru akıp gitmektedir.’ (Lokman. 29)
Buyruğunun hemen akabinde de ‘Her şeyin belirli bir sona doğru akıp gittiğini’ beyan buyurmuştur. O ona bir hitam tâyin etmiştir; o onun sona ereceği sürenin nihâyetidir.
Ümmet nev’inden olan;
‘Hiçbir şey yoktur ki, O’nu hamd ile tesbîh etmesin!’ (İsrâ: 44)
Sana beyân ettiğimiz şeyi iyi anla! Zirâ o ancak keşif yoluyla bilinebilen, gizli bir âlemin sırlarındandır. Allah Hakk’a hidâyet eden ve doğru yola iletendir!" (Fütûhâtü’l-Mekkiyye an Esrâri Memleketi’l-Mâlikiyye ve’l-Mülkiyye; c.3, s.89, Bas.: Beyrut, 1994.)